ZAMANI DOĞRU DEĞERLENDİRME ESASLARI
OkLogo

ZAMANI DOĞRU DEĞERLENDİRME ESASLARI

Dr. Abdülkadir Erkut


“Asra yemin olsun ki insan gerçekten hüsran içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır.”

(Asr, 103/ 1-3.)

Tekasür suresinde mal biriktirme yarışına giren, elde ettiği dünyalıklarla övünen, ahiret azığı hazırlama derdi olmayan insan karakteri üzerinde durulmuştur. Asr suresi de insanın olumsuz özelliklerini işlemeye devam ederek öncesindeki sure ile bütünlük arz etmektedir. Hevasına tabi olan, şeytanın yolunu izleyen, sonunda elindekini yitiren ve helake sürüklenen insan… Ancak onun yürüdüğü bu yol zorunlu olarak yürünen bir yol da değildir. Bu yüzden Asr suresi ayrıca vicdanına kulak veren, ilahi kelama ram olanlar için başka bir yolun mümkün olduğunu beyan etmektedir.

Surenin başında kendisi ile yemin edilen “asr” kelimesi, tercih edilen görüşe göre, zamandır. Çünkü zaman pek çok şaşırtıcı şeyleri, türlü ilginçlikleri bünyesinde barındırır. Hastalık ve sağlık, zenginlik ve fakirlik gibi zıtlıklar zaman içinde gerçekleşir. Ayette zamana yemin edilerek onun içinde gerçekleşen nimetlere ve nikbetlere dikkat çekilmektedir. Şekavet ve saadet yolunun yolcusu, zararı ortadan kaldırmak, hayrı celbetmek için ibadet ve taat ile Allah’a yönelmelidir. Zamanda yaratıcının kudretine, hikmetine ve ilmine açık bir delalet, düşünenler için pek çok ibret vardır. Ayrıca zamana yemin edilerek onun, insanın zayi ettiği büyük bir nimet olduğuna işaret edilmektedir. Diğer taraftan bu yeminle yanlış bir zaman tasavvuru da izale edilmektedir. İslam’dan önce insanlar başlarına gelen kötülükleri zamana izafe ediyorlardı. Oysa kötülük zamandan değil insanın sorumluluğunu müdrik olmamasından kaynaklanmaktadır. Ayette geçen “asr” kelimesine ayrıca, ikindi namazı, nübüvvet asrı, gündüzün iki tarafı gibi manalar da verilmiştir.

Zamana yemin edilmesi, insanın hüsranda olduğunu vurgulamaya yöneliktir. Zira hüsran kelimesinin ifade özelliklerinden de anlaşıldığına göre söz konusu olan, insanı her tarafından kuşatan, künhünü Allah’tan başkasının bilemeyeceği büyük ve tam bir hüsrandır. (Razi, Mefatihu’l-Ğayb, XXXII, 279.) O hâlde hüsrandan ne anlaşılmalıdır? Hüsran, iman ve itaat konusundaki olumsuz yaklaşımın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda hüsranın en büyüğü, insanın Allah’a (c.c.) ve O’nun peygamberine olan inancını yitirmesidir. Sonra, ömrünü Allah’a isyan yolunda günahlara aldırmadan yaşamışsa bu da hüsranın diğer bir boyutudur. Masiyet ile geçmiş bir ömrün hüsran ile sonuçlanacağında şüphe yoktur zira. Hüsranın mertebeleri, işlenen masiyetin oranına göre farklı farklı olmaktadır.

Hüsranın diğer bir manası da vardır ki bu, zamanın geçmesinin önü alınamaz oluşu ile ilgilidir. Bu açıdan bakıldığında da hüsran insandan ayrı düşünülemez. Çünkü hüsran demek sermayeyi kaybetmek demektir. İnsanın sermayesi ömrüdür. Ömür sermayesi anbean tükenmektedir. Zaman geçip gitmekte ve geçen zamanı bir daha geri getirme imkânı bulunmamaktadır. Bu da insanın her daim hüsran içinde oluşunun ifadesinden başka bir şey değildir. Selef âlimlerinden biri şöyle demiştir: “Asr suresinin manasını çarşıda kar satan bir adamdan öğrendim. Kendisi, ‘Sermayesi tükenen bu adama merhamet edin!’ diye bağırıyordu. Bunu duyunca; ‘İnsan gerçekten hüsran içindedir, ayetinin manası işte budur!’ dedim.” (Razi, Mefatihu’l-Ğayb, XXXII, 278.) O hâlde insan iki çeşit hüsran ile karşı karşıya bulunmaktadır: Biri, Allah’ı (c.c.) inkâr ve O’na isyan içinde bir hayat yaşamanın; diğeri ise ömür sermayesinin sürekli ve kaçınılmaz olarak tükenmesinin sonucu olan hüsran. Ancak Asr suresi insanı her iki hüsrandan koruyacak bir değerler manzumesi ortaya koymakta, söz konusu değerler manzumesine bir bütün olarak bağlı olanların hüsrana düşmekten korunacağını beyan etmektedir. Bu değerlerden birincisi iman, ikincisi salih ameldir. Hüsrana düşmekten korunacak olanlar Allah’ın varlığını ve birliğini tasdik eder, O’nun emrettiklerini yerine getirir ve yasakladıklarından kaçınırlar. İnsanı hüsrana düşmekten koruyacak değerlerin üçüncüsü, birbirine hakkı yani imanı, tevhidi, itaati ve Kur’an’ı tavsiye etmektir. Çünkü onlar Allah’a itaate büyük bir sevgi duyduklarından başkalarının da taatine vesile olmayı isterler. Hüsrana düşmekten koruyacak değerlerin dördüncüsü de birbirine sabrı tavsiye etmektir. Bu, Allah için ameller işlemek, nefse zor gelen yükümlülükleri yerine getirmek, nefsin arzu ettiği kötülüklere ve başa gelen musibetlere sabretmek demektir. Ayrıca hakkı tavsiye eden kişinin bazı zorluklarla karşılaşması mümkündür. Muhatapların rahatsızlık duyması, öfkelenmesi hatta hakkı söyleyene eziyet etmesi söz konusu olabilir. Ancak karşı karşıya kaldıkları meşakkat ve eziyet, onları hakkı tavsiye etmekten uzaklaştırmaz. Bu yüzden sabrı tavsiye etmek, hakkı tavsiye etmeye atfedilmiştir. “Birbirine hakkı ve sabrı tavsiye”, salih amel kavramına dâhil olan bir manadır. Buna rağmen salih amelden sonra ayrıca “birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etme” özellikleri zikredilmiştir. Buradan anlaşılmaktadır ki salih amel, kişinin sadece özel hayatında işlediği güzel amellerle sınırlı değildir. Onun, çevresindeki insanlara karşı da yerine getirmesi gereken görevleri vardır. (İbn Aşur, et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXX, 532.)

Asr suresi, zamanı değerlendirme konusunda insanın her daim hatırlamaya ihtiyaç duyduğu esaslar içermektedir. Nitekim Ashab-ı Kiram’ın, bir araya geldiklerinde Asr suresini okumadan ayrılmadıkları rivayet edilmektedir. (Taberani, el-Mucemu’l-Evsat, V, 215.) Çünkü bu sure, inkâr ve isyan içinde hayat yaşayanları ebedî bir hüsrana düşme konusunda uyarmaktadır. Gençliğinin yitmesinden, ömrünün geçip gitmesinden üzüntü duyanları ebedî bir gençlik müjdesiyle teselli etmektedir. Zamanını beyhude yollarda harcayanlara, nefeslerinin sayılı, ömürlerinin sınırlı olduğuna dair tembihte bulunmaktadır. Başına gelenlerin sorumluluğunu zamanın üstüne atanları sorumluluk almaya davet etmektedir. O hâlde yeni bir yıla girmek de Asr suresinin verdiği bu mesajlar üzerinde düşünmenin vaktidir. Özellikle hayatın, “inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyun” olduğunu hatırlama vakti.


Dr. Abdülkadir Erkut