YEMÂME’DEN ESEN SABÂ RÜZGÂRI: ZEYD B. HATTÂB
OkLogo

YEMÂME’DEN ESEN SABÂ RÜZGÂRI: ZEYD B. HATTÂB

Doç. Dr. Yaşar Akaslan


Müslümanların Mekke’de yaşadıkları çileli hayat sona ermiş, rahat bir nefes aldıkları Medine’ye hicret gerçekleşmişti. İşte böyle bir Medine gününde Allah Resulü bir grup dostuyla sohbet ediyordu. Bir ara sohbet halkasındaki herkesin endişeli gözlerle birbirine bakmasına neden olan şu sözleri sarf etti: “Aranızda öyle bir kimse var ki onun azı dişi, cehennemde Uhud Dağı’ndan daha büyük olacaktır.” (Kâdî Îyâz, Kitâbü’ş-Şifâ 1:342) Beklenmedik bir anda kurulan bu cümle ile orada bulunanlar derinden sarsıldılar. Ortam âdeta buz kesmişti. Herkes Hz. Peygamber’in sözünü üzerine alınıp kendi adına endişelenmeye başladı. Bu durumu, o gün mecliste bulunan Ebu Hüreyre şu ifadelerle dile getirir: “Orada bulunan herkes yıllar yılı kaygıyla yaşadı. O güne şahitlik edenler seneler içinde ardı ardına şehit düştükçe korkum daha da artıyordu. Artık sadece ben ve Reccâl b. Unfüve hayatta kalmıştık. Nihayet, Resulüllah’ın bu sözü kim hakkında söylemiş olduğunu Reccâl b. Unfüve Yemâme’de irtidat edip kâfir olarak öldüğünde anlamış olduk.” (İbn Abdülberr, el-İstî‘âb, 2:551-552)

Reccâl, Hz. Peygamber döneminde Müslüman olup bir süre Medine’de yaşamış, Kur’an’ın birçok ayetini ezberlemişti. Hz. Ebubekir hilafete geçince peygamberlik iddiasında bulunan Müseylimetü’l-Kezzâb ile iletişime geçmesi için Reccâl’i elçi olarak görevlendirdi. Reccâl, Yemâme’ye vardığında Müseylimetü’l-Kezzâb’ın çevresindeki her geçen gün artan kalabalığı gördü ve ne yazık ki onun güçlü olduğu vehmine kapıldı. Dünyevi menfaat beklentisiyle Müseylimetü’l-Kezzâb’ın peygamberlik iddiasını desteklemeye karar verdi, irtidat etti.

Reccâl’in Müseylimetü’l-Kezzâb taraftarlığı yaptığı ve Müslümanları kışkırttığı haberleri Medine’de kulaktan kulağa yayıldı. Yıllar öncesinde Resulüllah’ın “Azı dişi cehennemde, Uhud Dağı’ndan daha büyük” olarak tavsif ettiği şahsın Reccâl olduğu artık aşikârdı. Reccâl’in İslam’ın aleyhine çalışması ve Resulüllah’tan öğrendiklerini Müseylimetü’l-Kezzâb ile paylaşması affedilir gibi değildi. Reccâl’i çok iyi tanıyan bir sahabi, yayılan haberleri duyduğunda öfkelendi. Aslında sakin ve teenni ile hareket etmesiyle maruf olan bu onurlu şahıs kendini zor zapt edebildi. Bir imkân olması hâlinde Reccâl ile karşılaşmayı temenni ederek “Eğer onu yok etmezsem ben de adam olmamayım!” diyerek ant içti.

Hz. Ebubekir, bu fitneyi ortadan kaldırmaya yönelik olarak İslam ordusunu Müseylimetü’l-Kezzâb üzerine göndermeye karar verdi. Başına da bu izzet sahibi şahsı tayin etmeyi düşündü. Fikrini onunla paylaştı. Ancak Reccâl’i yok edip fitneyi ortadan kaldırmaya odaklanan bu kararlı müminin bir talebi vardı. Ricasını Hz. Ebubekir’e şu şekilde dile getirdi: “Ey Müminlerin halifesi! Verdiğin emir başım üstüne! Lakin sen de yakından bilirsin ki ben nicedir şehadet özlemiyle yanıp tutuşuyorum. Belki bu muharebede şehadet şerbetini içerim. Gelelim, orduyu kumanda etme işine... Bu vazife bağlamında -bilhassa alınacak kararlarda- dikkatli ve ihtiyatlı olmak gerekir. Ben, bir ordu komutanından beklenen ihtiyatlı kararları verebileceğimden emin değilim. Bu görevden affımı istiyorum. Senden ricam, beni bu savaşa bir asker olarak görevlendirmen... Umarım yıllardır özlemini duyduğum şehadete ulaşırım.” Hz. Ebubekir, Mekke’den beri tanıdığı bu dostunun ricasını kırmadı. Ordunun komutasını Hâlid b. Velid’e tevdi etti. Hâlid b. Velid, şiddetli çarpışmalara sahne olan Yemâme’de ordunun sancağını bu kahraman sahabiye emanet etti. Ordunun sancaktarı sahabi, aynı zamanda haddini bildirmeye yemin ettiği mürtet Reccâl’i de savaş meydanında gözlemeye koyuldu.

Yemâme’de çatışma tüm hararetiyle devam ediyordu. Bir ara düşman ordusunun yoğun saldırısıyla İslam ordusu dağıldı. Peş peşe şehitler verildi. İslam askerleri meydana gelen hengâmede ne yapacaklarını bilemediler. Bu sahneyi gördüğünde 200 kişilik süvari öncü birliğinin başında bulunan bu sancaktarın dilinden şu cümleler döküldü: “Allah’ım! Arkadaşlarımın geri çekilip dağılmasından ötürü senden af diliyorum. Müslümanların yenilgisinden sana sığınırım!” (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3:350) Bir yandan İslam ordusunun zaferi için dua ederken diğer yandan da Müslüman askerleri motive etmek üzere şu sözleri haykırdı: “Ey insanlar! Dişlerinizi sıkarak sabredin! Düşmanınıza fırsat bile vermeden üzerlerine yürüyün! Sakın durmayın, ilerleyin! Allah’a yemin ederim ki onlar mağlup olacaklardır. İşte ben buradayım! Allah onları yenilgiye uğratmadıkça ya da ben şehit olup Allah’ın huzuruna vararak hâlimi anlatmadıkça artık tek bir kelime dahi etmeyeceğim!” (İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, 11:467) Bu sözünden sonra konuşmamak için dudaklarını sımsıkı kapattı. Her yerde, savaşın seyrini değiştirdiğini düşündüğü Müseylimetü’l-Kezzâb’ın akıl hocası olan mürtet Reccâl’i aradı. Bir elinde sımsıkı tuttuğu İslam sancağı, diğer elinde kuşandığı kılıcıyla -savaş meydanının farklı yerlerinde- odaklandığı düşmanını aradı. Nihayet uzaktan gördü ve düşman saflarına korkusuzca girip kılıcıyla onu devirdi. Böylece Allah’a verdiği sözü yerine getirmiş oldu. Reccâl’in cesedi başında ellerini semaya kaldırıp rabbine hamd-ü senada bulundu. Reccâl’in ölümüyle bu kez dağılma sırası düşman ordusundaydı. Zira o, düşman için oldukça önem arz eden bir şahsiyetti. Ölmez dedikleri kişinin ölümüyle baş koydukları davanın bâtıl olduğunu gördüler. Ancak iş işten geçmişti. Bu manzaraya şahit olan Müslümanların yeniden bir güç bulup toparlanmasıyla savaşın seyri tamamen değişti. Bu esnada elinde sancak olması ve Reccâl’i öldürmesi hasebiyle bu cesur sahabi dikkat çekmiş, tüm gözler bir anda kendisine çevrilmişti. O günlerde kâfir ordusunda yer alan Ebu Meryem isimli bir şahıs, nice zamandır şehadet arzusuyla yaşayan bu sancaktarı bir kılıç darbesiyle şehit etti (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3:350).

Şehadetiyle Hz. Ömer başta olmak üzere tüm Müslümanları hüzne boğan bu yürekli şehidin adı Zeyd b. Hattâb’tır. Zeyd, Hz. Ömer’in ağabeyidir. Eli açıklığıyla nam salan, misafir için evinde sürekli yemek pişen Zeyd, Mekke’de tenceresinin ocaktan inmediği ve misafirin gelip de evini bulamaz diye yaktığı ateşi sabaha kadar körükleyen cömertlikte biri olarak tanındı.

Zeyd, Mekke’nin hâkim yaşam tarzı olan şirkten uzak bir hayat sürdü. Onun ismi, Mekke’deki az sayıda Hanif arasında zikredilir. İlk Müslümanlar arasındaki yerini almasına rağmen gizli yürütülen iman hareketine halel gelmemesi için Müslüman olduğunu hemen açıklamadı. Bu süreçte Hz. Ömer’in kulağına gider endişesiyle Dârü’l-Erkâm’a bile nadiren gidebildi. Nübüvvetin altıncı yılında iman ile şereflenmek üzere Dâru’l-Erkâm’ın yolunu tutan Hz. Ömer, ağabeyini kapıda gördüğünde çok şaşırdı. Burada Müslüman olduğunda kendisini tebrik eden ağabeyine: “Anlaşılan sen benden önce Müslüman oldun?” diyerek neden bu durumu kendisiyle paylaşmadığını sordu. Zeyd kardeşine cevaben, “Daha önce Müslüman olduğumu duysaydın beni yaşatır mıydın?” diyerek çekincesini dile getirdi.

Hz. Ömer, manevi duruşundan ötürü ağabeyine hep gıptayla baktı. Bu durumu şu sözüyle ifade ederdi: “Allah Zeyd’e rahmet etsin! Ağabeyim iki hayırlı iş konusunda benden önce davrandı. Benden önce Müslüman oldu ve benden önce şehadete ulaştı.” (İbn Abdülberr, el-İstî‘âb, 2:553) Ağabeyini her hatırladığında yüreğini ayrı bir hüzün kaplar, yaşadığı üzüntüyü çevresinden gizleyemez, gözyaşlarına hâkim olamazdı. Zaman zaman Medine’nin Yemâme’ye bakan yönüne oturur, Yemâme tarafından esen rüzgârı her hissettiğinde içine çekip ağabeyine duyduğu hasretini şu ifadelerle dile getirirdi: “Sabâ rüzgârının her esişinde Zeyd’in kokusunu alıyorum.” (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3:351)

Hz. Ömer’in ağabeyine olan özlemi ve gözyaşı hiç dinmedi. Bir gün mersiyeleriyle şöhret bulan ve kendi kardeşinin ölümüne ağlamaktan bir gözünü kaybeden Mütemmim b. Nüveyre’ye şunları söyledi: “Kardeş acısı ne zormuş be Mütemmim! Gözlerimden yaşlar hiç dinmiyor. Hüznümü, inan, anlatamam! Anladım ki bu elem, hiç kimsenin kaybettiğine üzülemeyeceği kadar büyük bir acıymış.” Mütemmim daha evvel öldürülen kardeşinden bahsettiği bir şiiri Hz. Ömer’e okuduğunda duyduklarından dolayı iyice duygulanan Hz. Ömer, Mütemmim’e şunları söylemişti: “Allah, ağabeyim Zeyd’e rahmet etsin! Eğer şiir söylemeyi becerebilseydim senin kardeşine söylediğin sözler gibi ben de kardeşim hakkında şiir okur ve onun için ağlardım.” Bunun üzerine Mütemmim, “Ey Müminlerin emiri! Şayet benim kardeşim, senin kardeşin gibi Müslüman olarak Yemame’de ölseydi ben hiçbir söz söylemez, hiçbir şekilde üzülmez ve onun arkasından gözyaşı dökmezdim. Ancak benim kardeşim imansız olarak bu dünyadan göçtü. Beni üzen budur.” (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3:351) diyerek Hz. Ömer’in gönlüne su serpmişti.

Hz. Ömer’in hatırından hiç çıkaramadığı ağabeyi Zeyd, Yemâme günü şehit edilmeden önce İslam ordusunda meydana gelen korku duygusuyla dağılma baş gösterdiğinde Müslümanlara şöyle haykırmıştı: “Bu kaçış nereye? Kaçmak erkeklere yaraşmaz. Bu nasıl yiğitliktir? Er kişi savaş meydanından kaçmaz.” Bu sözlerden sonra da “Allah’ım! Onların bu pervasız kaçışlarından dolayı senden af diliyorum! Müseylimetü’l-Kezzâb ile Muhakkim b. Tufeyl’in yaptığından dolayı sana sığınırım!” diye dua etmişti (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3:350).


Doç. Dr. Yaşar Akaslan