UZMANINA SORDUK
OkLogo

UZMANINA SORDUK

Gülsüm Soydan-Diyk Uzman Yardımcısı


İslam dini Müslümanları din kardeşi kabul ederken bilhassa komşuluk hukukuna büyük önem atfeder. Bu konuda okurlarımıza neler söylersiniz? Müslüman şahsiyetin komşuluk ilişkileri nasıl olmalıdır?

Bir gün hanımlara dert ve musibetlerin günahları döktüğüne dair sohbet verirken Mevlana’nın o meşhur sözlerini paylaşmak istedim. Dedim ki, “Kilime vuranın amacı kilimi dövmek değil, onun tozunu almaktır. İşte başımıza gelen dert ve musibetlerle bizlere bir kötülük yapılmıyor, bilakis günahlarımız temizleniyor.” Tam cümlemi bitirdiğim esnada hanımın biri, gözleriyle yan yan başka bir hanıma bakarak namluya sürüp beklettiği sözün tetiğine basıverdi: “Peki hoca hanım, bu üst kattan halı-kilim silkeleyenlere ne demeli?”

Yeni nesil sürüm dikey komşulukla birlikte komşuluk hakları da güncellendi. Halısız zeminde terlikle yürümek, kapının önündeki ayakkabılar, pişirdiğimiz yemeğin kokusu, uyuduğumuz/uyandığımız saat, insanlar uyurken çalışan makineler, balkonda asılı suyu akan çamaşırlar, çamaşırlara sinen sigara dumanı, pencereden silkelenen halı-kilim gibi detaylar, komşuluk hukukuna dâhil oldu.

Komşu hakkı, kul hakkı demektir. Gökten yağan yağmurlar gibi hayattayken amellerimizin suladığı topraktan dirileceğimiz gün yüzümüzün ak olması için komşuluk ilişkileri bağlamında yapılabilecek üç şey var: Hakka girmekten özenle kaçınmak, hakkımıza girildiğinde hoşgörülü ve sabırlı olmak, tahammül edilemez ve değiştirilemez bir durumda ise taşınmak. Bu son şık, “Kötü komşu insana ev sattırır/aldırır.” atasözünün kaynağı.

Komşudan zarar görmemekle karnımız doysa da yemeğin üzerine bir tatlı da iyi gider hani. Faydalı bir komşumuz olsa fena mı olur. Zaman zaman bize ikramlar getirse, ilminden ve tecrübesinden istifade etsek, bir kahvenin etrafına toplaşıp bozulan moraller tamir edilse kim “İstemem.” diyebilir ki.

Hz. Muhammed’in (s.a.s.) "Cebrail bana komşu hakkından o kadar çok bahsetti ki komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim." (Tirmizî, Birr, 28) sözünü bu minvalde anlayabilir miyiz?

Ölüm döşeğinde yanımızda mirasçılarımızın olması doğaldır. Onlar; ailemiz, en yakınlarımızdır. Ama bazı ölümler var ki komşular, mirasçıların yerini alıyor. Cansız bedenimize ilk onlar ulaşıyor. Bazen de hayata geldiğimiz ilk anın şahitleri oluyor komşularımız… İlk adımlarımızın, düşmemizin kalkmamızın, huylarımızın huysuzluklarımızın bilirkişisi. Beraber yaşadığımız ailemizden sonra, uzak akrabadan önce protokolde yer aldıkları kesin. Hatta öyle dönüm noktaları olabilir ki insanın hayatında, birlikte yaşadığı ailesinden de önce gelir komşusu. Aile ve akrabalarımız, bize yakın olmanın mükâfatını biz öldükten sonra da miras yoluyla almaya devam ederken komşularımız hayır duaya taliptir. Tabii bu örnekler hep “olması gerektiği gibi olan” durumlarda böyledir. Yoksa, “Ne kendi eyledi rahat / Ne halka verdi huzur / Yıkıldı gitti cihandan / Dayansın ehl-i kubûr” dedirten komşuluktan bahsetmiyoruz. Mezarındayken, komşu mezarlardaki ölüleri bile rahatsız edeceği düşünülecek biri olmaktan Allah’a sığınalım. Tezgâhtaki örselenmiş meyveleri, raftaki şekli bozuk paketleri dahi beğenip de almayan bizler, dilimizi kem sözlerle, gönlümüzü çürük çarık niyetlerle doldurmayalım. Ahirette komşusu olmak için dua edilen insanların en hayırlısı Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şu ikazını zihnimizin bir duvarına çerçeveletip asalım: “Komşusunun, kötülüğünden emin olmadığı kimse cennete giremez.” (Müslim, Îman, 73)

Müslümanlar tarih boyunca farklı din ve inanç mensuplarına da hoşgörüyle yaklaşmış, komşuluk ilişkilerini insanlık onuruna yaraşır şekilde sürdürmüştür. Bu durumu İslam dininin insana verdiği değerle özdeşleştirebilir miyiz?

Kur’an-ı Kerim’de, “yakın komşuya ve uzak komşuya” iyi davranılması emredilir (Nisâ, 4/36). Komşuluğun bu şekilde ayrımı bazı yorumları da beraberinde getirmiştir. Bunlardan biri de yakın komşunun Müslümanlar; uzak komşunun ise gayrimüslimler olduğu yorumudur. Karnı aç olan birine yemek ikram ederken, üşümüş birinin omzuna hırka bırakırken, kanayan bir yara sararken kişiye dini sorulmaz. Farklı din mensupları da aynı şekilde açlık hisseder, üşür ve yaralandığında acı duyar. Komşuluk, insani bir sorumluluktur. Müslüman ise insanlığın en güzel örneği olmalıdır.

Anadolu insanı, komşuluğun, misafirperverliğin, yolcuya uzanan yardım elinin remzi olmuştur. Metropollerin ise insanı yalnızlaştıran, bireyselliğini öncelerken toplumsal birlik ve beraberliğine ket vuran bir yanı var. İnsanı kimsesizliğin karanlığından kurtaracak önemli bir etken de komşuluk hukukuna riayettir diyebilir miyiz?

İnsanın hiç kimsesi olmayabilir şu hayatta; ama komşusu mutlaka vardır. O komşu, onun her şeyidir; peki komşu bunun farkında mı? Borsanın mı günü nasıl kapattığıyla daha ilgili yoksa komşunun mu? Hani Necip Fazıl’ın “Apartman” şiirinde söylediği gibi: “Üst üste insan türü / Bu ne hayat, götürü! / Yakınlıktan ötürü / Kaçıp gitmiş yakınlık…”

Apartmanlarda bir köyün/beldenin nüfusundan daha fazla insan var çoğu zaman. Onlar da kalıcı değil, handa konaklayanlar misali. Nasıl tanışmalı? Nasıl güvenmeli? Bu kadar sisli ve rüzgârlı havada yol almak çok zor. Yine de bir yerden başlamak lazım. Komşuya ikram edilen bir kek, ben sizinle iletişim kurmak istiyorum, demek değil midir. Ya da bir bayram günü kapıdan da olsa bayramlaşmak, biz aynı inancın mensuplarıyız, mesajı taşımaz mı? Selamlaşmak, görünmez mesafeleri düren hamarat bir el, yabancılık buzulunu usul usul, damla damla eriten güneş. Hz. Peygamber (s.a.s.), birbirimizi sevme yokuşunu aştıktan sonra ulaşılan iman yolunun cennete ulaştıracağını beyan etmiştir. Birbirimizi sevme yokuşunu aşabilmek için gereken nefes de selamlaşmaktır (Müslim, Îman, 93).


Gülsüm Soydan-Diyk Uzman Yardımcısı