ÜMMETİN GÜVENİLİR ŞAHSİYETİ: EBÛ UBEYDE B. CERRÂH
OkLogo

ÜMMETİN GÜVENİLİR ŞAHSİYETİ: EBÛ UBEYDE B. CERRÂH

Doç. Dr. Yaşar Akaslan


Medine’ye hicretin ardından iki yıl geçmişti. Bedir Savaşı’nın şartları artık oluşmuş, iki ordu Bedir kuyuları civarında karşılaşmıştı. Babayla oğlu, abiyle kardeşi karşı karşıya getiren ve trajik sahnelerin yaşanacağı bu muharebede iman uğruna önemli fedakârlık sahneleri yaşandı.

Bedir günü İslam ordusunda, babası müşrikler tarafında saf tutan bir yiğit vardı. Kıyasıya mücadelenin devam ettiği sıralarda Kureyşlilerin kendisinden çekindiği bu kahraman, babasıyla yüz yüze gelmeyi arzu etmiyordu. Onunla karşılaşmamak için düşmanla savaş meydanının farklı bölgelerinde çatışıyordu. Babasıyla dövüşecek olma ihtimalinin ağır yükünü ruhunda fazlasıyla hissediyordu. Bu yüzden savaş esnasında türlü manevralarla babasından kaçıyordu. Babasının birkaç kez tekrarlayan saldırısını çevik hamlelerle savuşturup sadece kendini müdafaa etmekle yetinen delikanlı, ona kılıcını kaldırmamıştı. Evladına zulmetmeye ta Mekke’de başlayan müşrik baba ise gittikçe artan öfkesi ve biriken intikam duygusuyla oğlunu kendi elleriyle öldürmeye ant içmişti. Bu nedenle delikanlının peşini bırakmıyordu. Ne yazık ki babasının öteden beri devam edegelen inatçılığı savaş meydanında da tezahür etmişti. Kovalamacayı sürdüren babası bir türlü vazgeçmiyordu. Canına kastettiği öz oğlunu öldürmekte kararlı olduğundan sürekli fırsat kollamıştı. Sonunda istediği olmuştu. Delikanlının artık dikkati dağılmış, düşmana odaklanamaz hâle gelmişti. Yeniden mücadeleye devam edebilmesi için bu engel aşılmalıydı. Artık yapılacak bir şey kalmamıştı. En sonunda babasına “Baba! Yalvarırım yaklaşma bana! Önümden çekil, beni sıkıştırmaktan vazgeç! Zorlama beni! Savaş meydanında baba oğul olmaz, bunu bilesin! Ölümün benim elimden olsun istemiyorum. Ancak mecbur bırakırsan orasını sen bilirsin.” dedi. Sahne kesinlikle çetin bir imtihan arz ediyordu. Delikanlı, tüm bu sözlere rağmen vazgeçmeyen, aksine daha da saldırganlaşan müşrik babasını tek bir darbeyle öldürmek zorunda kaldı. Doğduğu gün kurbanlar kesen, tarifsiz sevinçle evladı adına törenler tertip eden babasının hayatına tek bir kılıç darbesiyle son vermişti. Varlık sebebi olan babasının kanını döktüğü için çok üzülmüştü. Bu durum üzerine gönüllere su serpen Mücâdele suresinin 22. ayeti nazil oldu.

Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından henüz hayattayken cennetle müjdelenen on sahabi (aşere-i mübeşşere) arasında yer alan bu fedakâr sahabinin adı Ebû Ubeyde b. Cerrâh’tır. Ebû Ubeyde (r.a.); ticaret, binicilik, ok atma, kılıç kullanma gibi alanlarda yetişmiş ve dönemin entelektüel bakış açısına sahip simaları arasında yer almıştır. Cahiliye Dönemi’nde Kureyşliler, Mekke’de okuma yazma bilen birkaç isim arasındaki Ebû Ubeyde’ye bu yüzden saygı duyarlardı. Müşrik babası, oğlunun Müslüman olduğunu duyduğu andan itibaren oğluna zulme başladı. Ebû Ubeyde, işkencenin ardı arkası kesilmeyince Habeşistan’a hicret etmek zorunda kaldı (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3/379).

Diğer sahabiler gibi Ebû Ubeyde de Allah Resulü’nün üzülmesine, kılına zarar gelmesine dayanamazdı. Uhud günü Ayneyn Tepesi’ndeki bir anlık gaflet sonucu İslam ordusunda bir karışıklık vuku buldu. Ebû Ubeyde bu hengâmede Resulüllah’ı koruyan bir avuç kahramandan biriydi. Ancak tüm çabalarına rağmen uzaktan hedefine taş atma konusunda yeteneğiyle bilinen ve Resulüllah’ı öldürmeye yeminli Utbe b. Ebî Vakkâs isimli müşriğin attığı taş Hz. Peygamber’in ön dişlerinin ikisini kırdı ve alt dudağını yardı. Yine Resulüllah’ın canına kasteden İbn Kamîe adlı müşrik ise yanına kadar yaklaştığı Hz. Peygamber’in miğferini sert bir kılıç darbesiyle parçaladı. Parçalanan miğferin iki demir halkası Allah Resulü’nün mübarek yanaklarına battı. Canı öylesine yandı ki yüzü al kanlara boyanan ve kan kaybeden Resulüllah dizleri üzerine çömeldi. Allah Resulü’nün yüzüne saplanan miğferin demir halkaları derinde olduğundan onları çıkarmak zor görünüyordu. Ebû Ubeyde, halkaları eliyle çıkarmanın Hz. Peygamber’in canını daha fazla yakacağından dişlerini bir kerpeten gibi kullanarak halkaları tek hamlede çıkarmalıydı. Yere uzanan Resulüllah’ın başucunda durup dizüstü çökerek önce sağ yanağındaki halkaları dişleriyle sıkıca kavrayıp hızlıca çekti. Halka kurtulmuştu ancak Ebû Ubeyde’nin ön dişlerinden biri de halkayla birlikte yere düşmüştü. Ebû Ubeyde çıkardığı halkayı bir tarafa bıraktı. Yüzünde ve ağzında oluşan kanları sildi. Bu hâli gören Hz. Ebû Bekir dayanamadı ve ikinci halkayı çıkarma işlemini kendisine bırakmasını istedi. Ancak Ebû Ubeyde başladığı işi bitirmeliydi. Bu kez Hz. Peygamber’in sol yanağındaki halkaya yöneldi, onu da dişleriyle sıkıca kavradı, tek hamlede ve hızlı bir şekilde çıkardı. Bu sefer de ön dişlerinin diğerini kaybetmişti. Kırılan iki dişi sebebiyle ağzından kanlar boşalan Ebû Ubeyde, bir yandan Allah Resulü’nün durumuna gözyaşı döküyor, diğer yandan da yüzündeki kanları siliyordu. O günden itibaren Ebû Ubeyde ön dişleri olmadan hayatına devam etti (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3/380). Bu nedenle o, Kur’an okurken ve konuşurken bazı harfleri çıkaramazdı. Araplar, ön dişleri olmadığı için “hetem” dedikleri kimseleri kınarlardı. Ancak Ebû Ubeyde bu sebeple hiç kimse tarafından ayıplanmadı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) “O hetemlerin en güzelidir.” (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, 134) demek suretiyle bu özellikteki kişiler içinde en kıymetlisinin Ebû Ubeyde olduğunu dile getirmişti. “Dişsizlik insanı çirkinleştirir. Lakin Ebû Ubeyde, Uhud’da kaybettiği dişlerinden sonra çok daha güzelleşmişti.” (İbn Abdilberr, el-İstî‘âb, 2/793) diyen sahabeden bazıları, Allah Resulü uğruna dişlerini feda eden Ebû Ubeyde’den sitayişle bahsetmişlerdir.

“Ebû Ubeyde ne güzel bir insandır.” (Tirmizî, Menâkıb, 32) buyurmak suretiyle Ebû Ubeyde’ye değer verdiğini izhar eden Allah Resulü, “Her ümmetin emini vardır. Bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde’dir.” (Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 21) ifadesini sahabe arasında çok defa kullanmıştır. Yemenliler kendilerine İslam’ı öğretecek güvenilir bir muallim talep ettiklerinde Resulüllah, Ebû Ubeyde’nin elinden tutup şöyle buyurmuştu: “Gördüğünüz kişi, bu ümmetin en güvenilir şahsiyetidir.” Akabinde onlara Ebû Ubeyde’yi göndermişti (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3/381). Bu sahneyi gıptayla takip edenlerin başında Hz. Ömer (r.a.) geliyordu. Hz. Ömer’in penceresinden olayın öncesiyle ilgili olarak yaşadıkları şu şekildedir. Necrân Hristiyanlarından bir heyet gelip Resulüllah’tan güvenilir bir rehber talep etmiş, Hz. Peygamber (s.a.s.) de “Yarın öğle namazından sonra ashabım arasından güvenilir birini size rehber olarak görevlendireyim.” buyurmuştu. Bu sözleri duyan ve “Anılan özelliklerde olmayı ne çok arzu ederdim.” diyen Hz. Ömer öyle heyecanlanmıştı ki ertesi günü zor getirebilmişti. O gece gözüne bir damla uyku girmemiş, bahsedilen gün öğle namazına erkenden gidip Resulüllah’ın kendisini kolayca fark edeceğini düşündüğü en ön safta yerini almıştı. Namazı kıldıran Hz. Peygamber, cemaate dönerek gözleriyle birini aramıştı. Hz. Ömer, sürekli hafifçe kalkar gibi yaparak Resulüllah’ın kendisini görmesini sağlamaya yönelik çaba sarf ediyordu. Ancak Hz. Ömer’in bu gayreti beyhudeydi. Allah Resulü, iki saf arkada bulunan “ümmetin emini” olarak tavsif ettiği Ebû Ubeyde’yi çağırdı ve bu görevi ona tevdi etti (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/18).

Hz. Peygamber (s.a.s.), ilim öğrenmek isteyenleri zaman zaman iyi bir Kur’an hafızı olan Ebû Ubeyde’ye yönlendirirdi. Nitekim Ebû Sa‘lebe bir gün Allah Resulü’ne gelip kendisini irşad edecek birisine göndermesini istedi. Resulüllah da ona “Ben seni hem ilmini hem de ahlakını güzelleştirecek birisine yolluyorum.” buyurarak Ebû Ubeyde’ye gitmesini söyledi (et-Taberânî, el-Mu‘cemu’l-kebîr, 1/157).

Daha dünyadayken cennetle müjdelenme bahtiyarlığına kavuşan Ebû Ubeyde, hicretin 18. yılında baş gösteren ve birçok sahabinin vefatıyla sonuçlanan veba salgınında hastalanarak yatağa düştü. Salgın sırasında, vatanından kilometrelerce uzaktaki Amvâs’ta 58 yaşındayken savaş meydanında ruhunu teslim etti. Cenaze namazını gözyaşları eşliğinde kıldıran Muâz b. Cebel (r.a.), İslam ordusuna şu konuşmayı yaptı: “Ey insanlar! Bugün öyle bir kimseyi kaybettiniz, vefatı için hüzne boğuldunuz ki... Allah’a yemin ederim, Ebû Ubeyde’den daha fazla gönlü iyilikle dolup taşan; daha merhametli; kin, öfke ve kötülükten uzak duran; insanlara yardım ve nasihat eden; ahireti arzulayan bir kimseyi ben görmedim. Allah, Ebû Ubeyde’ye rahmetiyle muamele etsin!” (el-Hâkim, el-Müstedrek, 3/295-296) Muâz b. Cebel, defnin ardından Ebû Ubeyde’nin vefatından halife Hz. Ömer’i bilgilendirmek üzere bir mektup yazıp Medine’ye gönderdi. Kendisine ulaşan mektubu okuyunca Hz. Ömer ve yanında bulunanlar gözyaşlarını tutamadılar.

Güzel ahlakı, samimiyeti, güvenilirliği, hayâsı, zarafetiyle sahabe arasında dikkat çeken Ebû Ubeyde’nin yanında bulunma fırsatı elde edenleri, güven ve rahatlık duygusu kaplardı. Görenlerin hemen kanlarının ısındığı Ebû Ubeyde’nin içinin güzelliği âdeta dışına yansımıştı. Bu çerçevede Ebû Ubeyde’nin şu serlevha tavsiyesi onun güzel ahlakını tavsif eder niteliktedir: “Ey Allah’ın kulları! Şaka olsun ciddi olsun hiçbir konuda yalan işe yaramaz. Rabbinizin ‘Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun!’ ayetini (Tevbe, 9/119) okuyun! Siz burada yalan konusunda herhangi bir ruhsat görebiliyor musunuz?” (İbn Mübârek, Kitâbü’z-zühd, 493)


Doç. Dr. Yaşar Akaslan