SORMAYA DEĞECEKSE SOR!
OkLogo

SORMAYA DEĞECEKSE SOR!

Halil Kılıç


Enes b. Malik’in anlattığına göre bir adam Hz. Peygamber’e (s.a.s.), “Ya Resulüllah! Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. O, “Kıyamet için ne hazırladın?” diye cevap verdi.

(Buhari, Edeb, 96.)

İsrailoğullarından bir adam öldürülmüş ve katilin bulunması için Hz. Musa’ya müracaat edilmişti. O da Allah’tan aldığı vahiy ile kavmine bir sığır kesmelerini emretmişti. İsrailoğulları bu açık ve basit emri yerine getirmek yerine “Kesilecek sığır nasıl olacak?”, “Sığırın rengi ve özellikleri nedir?” gibi lüzumsuz sorular sormaya başladılar. Aslında her bir soruyla işlerini daha da zorlaştırdıklarının farkında değillerdi. En sonunda “Bizim için Rabbine dua et de o sığırın nasıl bir şey olduğunu bize iyice açıklasın; zira sığırların hepsi birbirine benziyor.” demek durumunda kaldılar. Nihayet denileni yaptılar ama Yüce Kur’an’ın da ifade ettiği gibi “Neredeyse bunu yapmayacaklardı.” (Kur’an Yolu Meal ve Tefsiri, Bakara 67-73. ayetleri)

Düşünmek, merak etmek, sormak ve soruşturmak insanın en temel özelliklerindendir. Bunlar sayesinde insan öğrenebilmekte; bilgiye ve hakikate ulaşabilmektedir. Bu yönüyle soru sormak ilmin yarısı olarak nitelendirilmektedir. Zira soran bilir, bilen sorar. Bir başka deyişle; sormayan ne bilsin, bilmeyen ne sorsun? Soru sormak eğitim ve öğretimin vazgeçilmez bir metodu olmakla birlikte akla gelen her soruyu sormak bu kapsamda değerlendirilemez. Bazı sorular vardır ki “keenlem yekün”dür yani yok hükmündedir. Pratikte bir kazanım sağlamayacak, kişinin dünyasına ve/veya ahiretine katkı sunmayacak sorular bu minvaldedir. “Hz. Âdem hangi topraktan yaratıldı ve yeryüzüne nasıl indi; Hz. Âdem’le Havva’nın cennette yedikleri meyve hangisiydi; meleklerin kaç kanadı vardır?” gibi sorular örnek olarak zikredilebilir. Bu ve buna benzer sorular neticesinde elde edilecek bilgiler, kişiye ne bu dünyada ne de ahirette fayda sağlayacaktır. Öyleyse bu sorularla meşgul olmak, soran ve soruya muhatap olanlar açısından zaman israfından başka bir şey değildir.

İsrailoğullarının sığır kesme hadisesinde olduğu gibi yersiz soru sormak da hoş karşılanan bir davranış değildir. Kişiye faydasının dokunmaması bir tarafa bu tarz sorular, bazen olmadık sıkıntılara maruz kalmaya ve mesuliyetlerin artmasına sebep olabilmektedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.), “Sizden önceki ümmetler çok soru sormaları sebebiyle helak olmuşlardır.” (Buhari, İtisam, 2.) sözüyle kastettiği esasında budur. O, bu sözüyle ashabına soru sormayı yasaklamış değildir; aksine onları kendilerine ekstra mükellefiyetler yükleyecek mahiyetteki sorulardan uzak tutmayı amaçlamıştır. Nitekim “Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokacak hususlarda soru sormayın...” (Maide, 5/101.) ayetiyle de vahyin devam ettiği süreçte sorulacak bir sorunun, pek çok kişiyi ilgilendiren bir mükellefiyete dönüşme ihtimaline vurgu yapılmış ve yersiz soruların sorulmaması istenmiştir.

Öte yandan her soruya cevap verilmeyeceği de bilinmelidir. Tıpkı “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye soran sahabiye Hz. Peygamber’in (s.a.s.) cevap vermediği gibi. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kıyametin ne zaman kopacağını ben de bilmiyorum.” deseydi veya bu minvalde bir ifade kullansaydı onun sorusuna birebir cevap vermiş olurdu. Ancak o, belagatte üslub-ı hakîm olarak bilinen yöntemi uygulayarak bu soruya, daha hikmetli bir cevap vermiş ve “Sen kıyamete ne hazırladın?” demiştir. Hiç şüphesiz bu cevap, o sahabi ve onun nezdinde bütün Müslümanlar için daha fonksiyonel bir cevap olmuştur.

Cevap verilmeyi gerektirmeyecek sorulardan bazısı da şeytanın imanımızı çalmak için yem olarak kullandığı sorulardır. Örneğin şeytan, “Yeri göğü, şunu bunu kim yarattı?” gibi sorularla vesvese verir. Çok masum gibi gözüken bu sorulara verilen “Rabbim yarattı.” cevabının hemen peşinden “Peki, Rabbini kim yarattı?” sorusu gelir. Peygamberimiz (s.a.s.) bu durumda sergilenmesi gereken en doğru tavrın Allah’a sığınmak olduğunu söylemiştir. (Buhari, Bed’u’l-Halk,11.) Bu tarz sorulara birtakım akli delillerle pekâlâ cevaplar verilebilir. Muhatapları ikna ve zihindeki soru işaretlerini izale noktasında atılacak adımlar elbette önemlidir. Ama burada atılacak ilk adımın Allah’a sığınmak olduğu göz ardı edilmemelidir.

Bunların dışında bir de Deizm, Ateizm gibi inançsızlık bataklığına saplananların başkalarını da o bataklığa sürüklemek için art niyetli ve tamamen kafa karıştırmak amaçlı kurgulamış oldukları bazı sorular vardır. Aslında bu soruların hiçbiri cevapsız değildir. Ancak çoğu zaman bir cümlelik soruya bazen sayfalar dolusu kitap yazmak; iki dakikalık bir videoya saatleri bulan cevaplar vermek gerekebilmektedir. İşte bu tarz sorular karşısında iki tavırdan birinin sergilenmesi önem arz etmektedir; ya iman surlarında gedik açtırmamak için bu sorulara hiç itibar edilmeyecek ve “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.” denilecek ya da “iman/inanç” etrafında toplanacak kara bulutları dağıtmak için -günlere ve gecelere mal olsa bile- bu sorulara verilen cevaplar aranıp bulunacak veya bir bilene danışılacaktır. Aksi takdirde birkaç lüzumsuz soru iman ateşinin sönmesine ve ebedî hüsrana sebep olabilecektir.

Sonuç olarak; hem dinî hem de dünyevi konularda müminlere düşen, her alanda olduğu gibi soru sormada da dengeli olmak ve faydasız/yersiz sorularla zihni meşgul etmemektir. Unutulmamalıdır ki kişinin dünya ve ahiretine faydası olmayacak her türlü şeyden/sorudan yüz çevirmesi, kendisini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmaması onun imanının güzelliğine katkı sağlayacak, nuruna nur katacaktır.

Hadisten öğrendiklerimiz

1. Soru sormak bir sanattır. O yüzden akla her gelen, soru olarak görülmemeli; öncelikle alınacak cevapla ne gibi kazanımların olacağı düşünülmelidir.

2. Alacağı cevabın dünya veya ahiretine faydası olacağını düşünen bir kişi, bilmediğini öğrenmek veya bilgisini teyit etmek amacıyla elbette soru sorabilir.

3. Müminlerin en önemli sermayeleri imanlarıdır. Bu sermayelerini kaybetmelerine sebep olacak sorulara karşı gerekli tedbirleri almak ve lüzumsuz/yersiz sorularla zihni meşgul etmemek, müminlerin temel vazifelerindendir.


Halil Kılıç