Safahat / İnsan
Mehmet Akif Ersoy
“Ve tez’umu enneke cirmun sağîrun, ve fike’ntave’I âlemu’l-ekber”
Mehmet Akif Ersoy
Hazreti Ali
Haberdâr olmamışsın kendi zâtından da hâlâ sen,
“Muhakkar bir vücûdum!” dersin ey insan, fakat bilsen...
Senin mâhiyyetin hattâ meleklerden de ulvîdir:
Avâlim sende pinhândır, cihanlar sende matvîdir :
Zeminlerden, semâlardan taşarken feyz-i Rabbânî,
Olur kalbin tecellî-zâr-ı nûrâ-nûr-i Yezdânî.
Musaggar cirmin amma gâye-i sun’-i İlâhîsin;
Bu haysiyyetle pâyânın bulunmaz, bîtenâhîsin !
Edîb-i kudretin beytü’l-kasîd-i şi’ri olmuşsun;
Hakîm-i fıtratin bir anlaşılmaz sırrı olmuşsun.
Esirindir tabîat, dest-i teshîrindedir eşya;
Senin ahkâmının münkâdıdır , mahkûmudur dünyâ;
Bulutlardan sevâik sayd eder irfân-ı çâlâkin ;
Yerin altında ma’denler bulur nakkâd-ı idrâkin.
Denizler bisterindir , dalgalar gehvâre-i nâzın;
Nedir dağlar, semâ-peymâ senin şehbâl-i pervâzın!
Havâ, bir refref-i seyyâl-i hükmündür ki bir demde,
Olur demsâz-ı âvâzın bütün aktâr-ı âlemde.
Dayanmaz pîş-i ikdâmında mâni’ler müzâhimler;
Kaçar, sen rezm-gâh-ı azme girdikçe muhâcimler.
Karanlıklarda gezsen, şeb-çerâğın fikr-i hikmettir,
Ki her işrâkı bir sönmez ziyâ-yı sermediyyettir;
Susuz çöllerde kalsan, bedrekan ilhâm-ı sa’yindir,
Ki her hatvende eyler sâye-küster vâhalar zâhir .
Ne zindanlar olur hâil , ne menfâlar , ne makteller ...
Yürürsün sedd-i râhın olsa hatta âhenîn eller.
Yıkar bârû-yi istibdâdı bir âsûde tedbîrin;
Semâlardan inen te’yidisin gûyâ ki takdîrin!
Taharrîden usanmazsın, teâlîden teâlîye
Atıldıkça, atılsam şimdi, dersin, başka âtîye!
Senin en şanlı eyyâmında, en mes’ûd hâlinde,
Bir istikbâl-i dûrâ-dûr vardır hep hayâlinde.
O istikbâledir şevkin, odur ma’şûk-i vicdânın,
O kudsî neşvenin şeydâ-yı bî-ârâmıdır cânın.
O şevkin dâim ilcâsıyle seyrin ıztırârîdir ;
Terâkkî meyli artık fıtratında rûh-i sârîdir!
Bütün esrâr-ı hilkatten haberdâr olmak istersin,
Bu gaybistân-ı hîçâ-hîçten kurtulmak istersin!
Meâdın, mebdein, hâlin ki üç müthiş muammâdır...
Durur edvâr-ı müstakbel gibi karşında hep hâzır.
Koşarsın bunların sevdâ-yı idrâkiyle durmazsın,
Hakîkatten velev bir şemme duymazsan oturmazsın.
Serâir perde-pûş-i zulmet olsun varsın isterse...
Düşürmez düştüğün yeldâ-yı hirman ruhunu ye’se:
Emel, meş’al-keşin , bir reh-nümâ hem-râhın olmuşken,
Tehâşî eylemezsin sîne-i deycûra girmekten,
Gelip bir gün tecellî etse mâhiyyât-ı masnûât ,
Taharrîden geçer, bir dem karâr eyler misin? Heyhât!
Tutar mâhiyyet-i Sâni’, o en heybetli mâhiyyet
Olur âteş-zen-i ârâmın , artık durma cevlân et!
Tevakkuf yok seninçün, dâimî bir seyre tâbi’sin...
Ne zîrâ hâle râzîsin; ne müstakbelle kâni’sin!
Dururken böyle bî-pâyan terakkî-zâr karşında;
Nasıl dersin ya “Pek mahdûd bir cirmim” tutarsın da.
Meleklerden büyük, hem çok büyük tebcile mazharsın :
Tekâlîfin emânet-gâhısın, bir başka cevhersin!
Hayâtın eksik olmazken ağır bir bârı arkandan;
Ölümler, korkular savlet ederken hepsi bir yandan;
Şedâid iktihâm etmekte müdhiş bir mekânetle ,
Yolundan kalmayıp dâim gidersin... Hem ne sür’atle!
Senin bir nüsha-i kübrâ-yı hilkat olduğun elbet,
Tecellî etti artık; dur, düşün öyleyse bir hükmet:
Nasıl olmak gerektir şimdi ef’âlin ki, hempâyen
Behâim olmasın, kadrin melâikten muazzezken?