RAMAZAN VE SADAKAT
OkLogo

RAMAZAN VE SADAKAT

Doç. Dr. Burhan İşliyen


Hayat bir sadakat sınavıdır. İnsan, nefes aldığı her gün sınanmaya devam etmektedir: Nefsiyle sınanmakta, eşiyle sınanmakta, çocuklarıyla sınanmakta, malıyla sınanmakta, makamıyla sınanmakta… Velhasıl bütün sahip oldukları ve iletişim kurduklarıyla sınanmaktadır insan. Sınanmanın en önemlisi ise insanın imanıyla sınanmasıdır. İman bir iddiadır ve iddia ispat ister. İman iddiasını dillendiren insan sınava hazır olmalıdır. Bu sınavın adı “sadakat sınavı”dır. Yüce Rabbimiz iman eden insanın sadakat sınavına tabi tutulacağını şöyle ifade buyurmaktadır: “İnsanlar, ‘Biz iman ettik.’ demekle hiç imtihan edilmeden, sınanmadan bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Doğrusu biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğruları ortaya çıkaracaktır; yalancıları da kesinlikle ortaya çıkaracaktır.” (Ankebut, 29/2-3.) Bu ayet-i kerime indiğinde Mekke’de hüküm süren şartlar çok ağır ve yıpratıcıydı. İslam’ı kabul eden herkes zulüm, hakaret ve işkencelerin hedefi oluyordu. Fakir, kimsesiz ve kölelerden İslam’ı kabul edenler dayanılmaz işkencelere maruz kalıyor; zengin, tüccar ve varlıklı kimselerden İslam’ı kabul edenler ise ekonomik kısıtlamalara hedef oluyordu. Mekke’de korku ve endişe hâkimdi. İnsanlar iman etseler bile imanlarını açıklamaktan çekiniyorlardı. Habbab b. Eret (r.a.) o günlerin psikolojisini şöyle anlatmaktadır: “Müşriklerin bize işkence yapmalarından yıldığımız bir sırada bir gün Hz. Peygamber’i (s.a.s.) Kâbe’nin gölgesinde otururken gördüm. Yanına gittim ve ‘Ey Allah’ın Resulü, bizim için dua etmeyecek misiniz?’ dedim. Bunu duyunca yüzü kıpkırmızı oldu ve şöyle buyurdu: ‘Sizden önce geçen müminler bundan daha büyük işkencelere maruz kaldılar. Bazıları hendeklere atıldı, bazıları başlarından aşağıya iki parçaya biçildi. Bazıları ise imanlarından döndürülmek için demir taraklarla tarandılar. Vallahi, bu din tamamlanacak ve bir kimse hiç endişe etmeksizin Sana’dan Hadramevt’e kadar seyahat edebilecek, bu arada Allah’tan başka korkacağı hiç kimse olmayacaktır. Fakat siz sabırsızlanıyorsunuz.’” (Buhari, Menakıb, 25. IV, 244.) İşte bu ümitsizlik ve bezginlik döneminde inen ayetler iman edenlere sadakat sınavını hatırlatmakta ve onları sabra davet etmektedir. Sanki müminlere şöyle denilmektedir: Hiç kimse sadece diliyle iman ettiğini söyleyerek Allah’ın vadettiği nimetlere ve güzel akıbete ulaşamaz. İman ettiğini söyleyen herkes, söylediğinin doğruluğunu ispatlamak için denemeye ve sınava tabi tutulur. (Mevdudi, Tefhimül Kur’an, İstanbul, 1991, c.4 s.223.)

Müminler, karşılaştıkları pek çok zorlukta Allah Teâlâ’nın benzer uyarılarına muhatap olmuşlardır. Çünkü Allah’ın bitmez tükenmez nimetlerine talip olanlar müminlerdir. Hayatın bir sadakat sınavından ibaret olduğunu da en iyi bilmesi gerekenler yine müminlerdir. Bir sefer dönüşü düşman askerini takip etmekte gevşeklik gösterme alametleri ortaya çıkınca müminler şöyle uyarılmışlardır: “Düşman topluluğunu takip hususunda gevşeklik göstermeyin. Siz acı çekiyorsanız elbette düşmanlarınız da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Üstelik siz Allah’tan onların beklemedikleri şeyleri umup bekliyorsunuz! Allah her şeyi bilmektedir, hikmet sahibidir.” (Nisa, 4/104.) Yani müminler, iddiası ve beklentisi olan insanlardır. Bu iddianın ispatının istenmesi, beklentilerin bir karşılığının olması pek tabiidir. “Rabbim Allah’tır.” diyenlerin daha sonra yapması gereken şey istikamet üzere yaşamaktır. “Rabbimiz Allah’tır deyip de dosdoğru yaşayan kimselerin üzerine melekler şu cümleyle inerler: ‘Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin! Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostunuzuz. Orada, çok bağışlayıcı, çok merhametli olan Allah’tan bir ikram olarak sizin için canınızın çektiği her şey bulunacak, yine orada umduğunuz her şeyi elde edeceksiniz.’” (Fussilet, 41/30-32.) Müminlerin nitelikleri anlatılırken temel iki husus vurgulanmaktadır: Allah’ı rab olarak tanımak ve dosdoğru yaşamak. “‘Rabbimiz Allah’tır.’ diyen ve sonra da dosdoğru bir hayat yaşayanlara ne bir korku vardır ne de üzüntü çekeceklerdir. İşte bunlar, yaptıklarının karşılığı olarak içinde devamlı kalmak üzere cennetliklerdir.” (Ahkaf, 46/13-14.)

İnsanın sadakat sınavı çok farklı şekillerde tezahür edebilir. Bazen korkuyla, açlıkla, mallarını, ürünlerini ya da yakınlarını kaybetmekle olur: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2/155.) Bazen darlık ve sıkıntılara maruz kalmakla olur: “Yoksa siz, sizden öncekilerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuş, öyle sarsılmışlardı ki nihayet peygamber ve onunla birlikte inananlar, ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ demişlerdi. İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara, 2/214.) Bazen de Allah yolunda yapılması gereken fedakârlıklarla olur: “Yoksa siz aranızdan cihat edenleri ve zorluklar karşısında sabredenleri Allah belirlemeden cennete gireceğinizi mi sanmıştınız?” (Âl-i İmran, 3/142.)

“…Elbette Allah doğruları bilecek, yalancıları da bilecektir.” (Ankebut, 29/3.) buyrulmasını nasıl anlamak gerekir? Allah doğru söyleyenin doğruluğunu, yalancının da yalanını bildiği hâlde neden insanları imtihan etmeyi murat etmiş olabilir? Bu sorulara verilecek cevap bellidir: Bir kimse potansiyel olarak var olanı pratik hayata aktarmadıkça mükâfat ya da cezayı hak etmiş olmaz. Allah Teâlâ’nın gaybi ilmiyle mükâfat veya cezayı hak edene muamele etmesi O’nun adaletiyle bağdaşmaz. Hem kullarının itiraz imkânının kalmaması için de doğruluğunun ya da yalancılığının ortaya çıkması gerekmektedir.

İyilikle kötülük, iyilerle kötüler, müminlerle münkirler arasındaki çatışma insanlık tarihinin sadece bir döneminde yaşanmış bitmiş bir olgu değildir. Bu sünnetullahtır, yani Allah’ın bütün zamanlarda geçerli yasasıdır. Başlangıcından sonuna kadar dünya hayatı hem fertler hem de topluluklar için bir imtihan alanıdır. İnanan insanlar her hâlükârda bir sadakat sınavından geçmektedirler. İslam’ın ilk yıllarında olduğu gibi Müslümanlar sonraki dönemlerde de sıkıntılar yaşamışlardır. Günümüz Müslümanları için de aynı durum söz konusudur, bizden sonraki Müslümanlar için de söz konusu olacaktır. Yani sadakat sınavı kıyamete kadar devam edecektir. “İnsanlar sadece iman ettik demekle, sınavdan geçirilmeden bırakılacaklarını mı zannettiler?” (Ankebut, 29/2.) uyarısı yalnızca ilk Müslümanları değil her dönemdeki inançlı insanları, sadece “inandım” demekle yetinmeyip kişisel ve toplumsal varlıklarına, değerlerine, hak ve özgürlüklerine, ülkelerine ve bağımsızlıklarına sahip çıkmaya; bu uğurda özveride bulunmaya, zorluklara ve acılara katlanmaya çağırmakta; doğrularla yalancıların bu şekilde ortaya çıkacağını, sadakat sınavını kazanamayanların böylece belli olacağını ve sınava tabi tutulanların Allah katındaki değerinin de bu sadakat sınavındaki başarı derecelerine göre belli olacağını ifade etmektedir. (Kur’an Yolu, DİB Yayınları, c.4, s.253.)

Sadakat sınavını geçenler övgüye layıktır

Enes b. Malik (r.a.) amcası Enes b. Nadr’ın (r.a.) Allah Teâlâ’nın övgüsüne nasıl mazhar olduğunu şöyle anlatır: “İsmini almış olduğum amcam Enes b. Nadr, Resulüllah (a.s.) ile birlikte Bedir gazvesinde bulunamamıştı. Bu durum ona çok ağır gelmişti de: ‘Ben Resulüllah’ın (s.a.s.) hazır bulunduğu gazvede bulunamadım. Eğer bundan sonra Allah bana Resulüllah’ın (s.a.s.) hazır bulunacağı başka bir gazvede onunla beraber bulunmayı nasip edecek olursa benim orada ne yapacağımı Allah elbette görecektir.’ demişti.” Enes b. Nadr bu kadarını söylemiş daha fazla şeyler söylemekten çekinmişti. Nihayet Uhud gününde Resulüllah (s.a.s.) ile beraber bulundu. Bir ara Sa’d b. Muaz (r.a.) ile karşılaşmıştı ve ona: “Ey Ebu Amr! Nereye?” demiş sonra da şöyle devam etmişti: “Uhud’un eteklerinde cennetin kokusunu duyar gibiyim.” Daha sonra Uhud’da müşriklerle savaştı ve nihayet şehit düştü. Enes b. Nadr’ın (r.a) cesedinde seksenden fazla ok ve kılıç yarası vardı. Kız kardeşi Rubey b. Nadr şöyle demiştir: “Onu ancak parmaklarından tanıyabildim.” (Müslim, Sahih, 111, 1512; Tirmizi, Sünen, V., 348; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 111, 194.) İşte bundan sonra sadakat sınavını başarıyla geçenleri öven Ahzab suresinin 23. ve 24. ayetleri nazil olmuştur: “Müminler içinde Allah’a verdikleri söze sadık kalan erler vardır. Bu itibarla onlardan kimi şehit olmuştur kimi de beklemektedir. Verdikleri sözü hiç değiştirmemişlerdir. Bunlar, Allah’ın sözüne sadık kalanları doğruluklarıyla mükâfatlandırması, münafıklara da dilerse ya azap yahut da (tövbe ettikleri takdirde) tövbelerini kabul etmesi içindir. Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.”

Allah Teâlâ, kulları arasında kimin iyi kimin kötü, kimin mümin kimin kâfir ya da münafık olduğunun anlaşılması için onları savaş gibi korku ve sıkıntı veren birtakım olaylarla dener, imtihandan geçirir. İman ederken hepsi kötülüğe karşı mücadele etme sözü vermiş olsalar bile, bazı kimseler başlarına gelen hadiseler karşısında korku ve dehşete kapılıp Allah’a verdikleri sözü unutarak kötülüğün yaygınlaşması pahasına da olsa kurtuluşu kaçmakta bulurken bazı kimseler de sözlerine sadık kalırlar ve kötülüğü ortadan kaldırmak için sabrederek hatta ölümü bile göze alarak onunla mücadele ederler. Bu sebeple Allah Teâlâ, imanlarında samimi olan, Allah’a verdikleri söze sadık kalarak ve sabrederek kötülükle mücadele edenleri bu davranışları dolayısıyla mükâfatlandırır. (Talat Koçyiğit, Kur’an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, c.5, s.523.)

Sadık diller sadık gönüller

Dilin sadakat sınavı onu yalandan, gıybetten, lanetten, hakaretten, kötü ve çirkin sözlerden uzak tutmakla kazanılır. Yani dil de imsak etmeli, oruç tutmalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir gün “Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe tutan için bir kalkandır.” buyurdular. Ashab “Oruçlu onu ne ile zedeler?” diye sorunca Resulüllah (s.a.s.) “Yalan ve gıybetle…” cevabını verdiler. (Nesei, Sıyam, 43.) Yine buyurdular ki: “Kim yalan konuşmayı ve yalan dolanla iş yapmayı terk etmezse Allah’ın, o kimsenin yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.” (Buhari, Savm, 8.)

“Hiçbiriniz oruçlu olduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Eğer biri kendisine söver veya çatarsa ‘Ben oruçluyum!’ desin.” (Buhari, Savm, 9.)

Bütün bedenle oruç tutmalı. Göz harama bakmaktan, el harama uzanmaktan, ayak harama gitmekten uzak durmalı: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 17/36.) Sadakat sınavı, bütün azaları Allah’ın murat ettiği istikamete yöneltmekle kazanılır. Mide aç dururken dil ona destek olmazsa orucun mükâfatı nasıl alınır? Ya “Nice oruç tutanlar vardır ki orucundan kendisine kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz! Geceleri nice namaz kılanlar vardır ki namazlarından kendilerine kalan yalnızca uykusuzluktur.” (İbn Mace, Sıyam, 21.) uyarısının muhatabı olursam endişesi taşınmalıdır.

Sadakat sınavında başarılı olanlar için Peygamber Efendimizin (s.a.s.) bir müjdesiyle bitirelim: “Cennette birtakım köşkler vardır, dışı içinden içi dışından gözükür.” Allah Resülu (a.s.) böyle buyurunca bir bedevi ayağa kalkarak “Onlar kim için hazırlanmıştır ya Resulüllah?” diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Onlar, güzel konuşan, yemek yediren, oruca devam eden ve insanlar uykudayken geceleyin namaz kılanlar için hazırlanmıştır.” buyurdular. (Tirmizi, Cennet, 3, IV/673.)


Doç. Dr. Burhan İşliyen