PANDEMİ DÖNEMİNDE "TAM KAPANMA" ve YENİ BAYRAM KÜLTÜRÜ
Prof. Dr. İhsan Çapcıoğlu
Esasen bayram günlerinde toplumların puslu atmosferini güvenli ve coşkun bir huzur iklimi kaplar. Gönülleri, mutlu ve huzurlu vakitlerin neşesi sarar. Hüzünler dağılır, sevinçler katlanır. Toplum genelinde hissedilen bu coşkun iyilik havası, atmosferde puslu havaya yer bırakmayacak ölçüde geniş bir alana yayılır. Bu iklimden nasiplenmeyi başaran toplumlar, kendilerine özgü bir bayram kültürü üretip sürdürmeyi başarmışlardır. Müslüman toplumların gündeminde de başlangıçtan itibaren iki bayram olmuştur: Ramazan ve kurban. Ramazan, aynı isimli kameri ayın hemen ardından gelen ve üç gün süreyle kutlanan bayramın adıdır. Kurban ise, Zilhicce ayının onuncu gününden itibaren dört gün süreyle kutlanır. Her iki bayram da Hicret’in ikinci yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır.
Ramazan Bayramı’nda, namaz, oruç, dua, tefekkür, mukabele ve infak gibi maddi, manevi şifa uygulamalarıyla geçirilen bir aylık zaman diliminin sonunda, Yüce Rabbimizin rahmetine kavuşma ve hoşnutluğunu kazanma ümidinin sevinci yaşanır. Bayram günlerinde hısım-akraba, konu-komşu, eş-dost bir araya gelmenin ve bayram coşkusuna birlikte katılmanın mutluluğu paylaşılır. Çocuklara hediyeler verilir. Yaşlıların hayır dualarına eşlik edilir, gönülleri alınır. Kabirler ziyaret edilerek geçmişlerimiz hayırla yâd edilir. Yetim, yoksul ve çaresizlerin yardımına koşulur, yapılan yardımlarla ihtiyaçları karşılanmaya ve gönülleri alınmaya çalışılır. Akraba ve komşular ziyaret edilir, misafirlere çeşitli ikramlar yapılır. Küçükler büyüklerinin ellerini öperek saygılarını, büyükler ise küçüklere harçlıklar vererek sevgilerini ifade ederler. İçinde bulunduğumuz günlerde de bereketli oruç mevsiminin ardından gelen Ramazan Bayramı’na erişmenin benzersiz mutluluğunu yaşıyoruz.
Bayram, olağanüstü şartların ürettiği kısıtlayıcı gündemin gölgesinde kalsa da onu ‘yuva’mızın içtenlikli ortamında ve kendi ruh iklimimizin derinliklerinde idrak etmeye devam ediyoruz. Ramazan ayının maneviyatımızı yükseltici havasını teneffüs edebilmiş olmanın huzurunu içimize çekiyor, bu nimeti bize bahşeden Yüce Rabbimize sonsuz şükürler ediyoruz. Zorunluluklar nedeniyle evimize kapanmış olsak da, aslında bayramları pandemi öncesinde de epeyce bir süredir uzaktan kutlamayı tercih ediyoruz. En azından bunu bir seçenek olarak görenlerimizin sayısı her geçen gün artıyor. Evimizde ailemizin diğer üyeleriyle, eş dost, akraba ve yakınlarla birlikte bulunsak da gerçekte pek de bir şey fark etmiyor. Çünkü fiziksel mesafe sınırlarımızın dışındaki insanlarla sosyal medya araçlarını ve imkânlarını kullanarak tebrikleşmeyi yeni nesil bayramlaşma kültürümüzün kanıksamaya başladığımız rutini telakki ediyoruz. Bu araçlara yönelim o kadar artmış durumda ki bu talebe yanıt verebilmek için üreticiler gün geçtikçe yeni içerik ve uygulamalarla karşımıza çıkıyor. Üretilen standart içerikler; aile, akrabalık, komşuluk, arkadaşlık, dostluk ve meslektaşlık gruplarında paylaşılıyor.
Sosyal medya bayramlaşmalarının artan yoğunluğu karşısında, aile ve akraba meclislerinde bile insanlar kendilerini üye oldukları dijital gruplardaki katılımcılarla yazışmak zorunda hissediyorlar. Böylece bulundukları ortamdaki insanlarla yüz yüze iletişim kurmak yerine sanal ortamda yapay içeriklerle buluşmayı seçiyorlar. Bazen ikisini birlikte başarmaya çalışanlarımız da yok değil elbette. Onlar bir taraftan gerçek ilişkiler ortamına yetişmeye çalışırken, diğer taraftan sanal dünyanın gündemini yakalama çabası içinde hareket ediyorlar. Bu çabanın sosyal medya literatüründe bir de adı var: İngilizce kısaltması FOMO olan “Fear of Missing Out” yani “Gündemi Kaçırma Korkusu”. Aslında bu, dünya ve toplum gündeminin yanı sıra, sosyal medya paylaşımlarını ve haberleri de takip etme semdromu olarak tanımlanıyor.
Bu sendroma yakalanan kişilerdeki belirtilerin başında, yaşamlarında sosyal medyayı vazgeçilmez bir ihtiyaç olarak görmeleri geliyor. Bu kişiler, sosyal medya hesaplarını sürekli kontrol ediyor, takipçilerinin gönderilerinden herkesten önce haberdar olmak istiyor. Bu amaçla, Facebook, Twitter, Instagram ve Snapchat gibi sosyal medya mecralarında sürekli çevrimiçi/aktif görünüyorlar. Onlar, yeme içme, uyku, dinlenme, gerçek hayatta arkadaşlarla buluşma gibi temel ihtiyaçlarından, gündelik yaşam pratiklerinden ve alışkanlıklarından büyük ölçüde feragat ediyorlar. Bunun yerine gece gündüz sosyal medya mecralarında vakit geçiriyor. Paylaşımları, takipçilerinden yeterli beğeniyi almadığında ise kendilerini mutsuz hissediyorlar. Araştırmalar, sosyal medya kullanım süresi arttıkça, depresif belirtiler gösteren sosyal profillerin de arttığına işaret ediyor. Buna göre sosyal medyayı altı saatten fazla kullananların yüzde 83’ü, 4-6 saat kullananların yüzde 50’si, 2-4 saat kullananların yüzde 21’i, 1-2 saat kullananların ise yaklaşık yüzde 14’ü depresif yaşam belirtileri gösteriyor.
FOMO’ya benzer bir depresif rahatsızlık da, “no mobile phobia” kelimelerinin kısaltması olan “Nomofobi”. Bu rahatsızlık, cep telefonu bağlantısını kaybetme korkusu olarak tanımlanıyor. Yakın tarihli bir araştırmaya göre, cep telefonu kullanıcılarının yüzde 53’ü; telefonunu kaybetme, kapsama alanı dışına çıkma, kontörsüz kalma ve batarya tükenmesi durumlarında, kendisini âdeta hayat damarları kesilmiş gibi hissediyor. Bu tür semptomlar gösteren kişiler, rahatsızlıklarıyla yüzleşip tedavi görmeyi kabul etmediğinde ise zamanla işin boyutları çeşitleniyor. Bu durumda belirtiler, psikolojik bir rahatsızlığın sınırlarının dışına taşıyor, görme ve işitme kaybı gibi fiziksel rahatsızların kapısını aralıyor. Aslında, söz konusu iki rahatsızlığın da en temel belirtisinin, kişinin sosyal medyayı değil, sosyal medyanın kişiyi yönetmeye başlaması olduğu anlaşılıyor.
Sosyal medyanın sunduğu sanal sosyallikler dünyası, sanki altıncı duyu organımız gibi çalışmaya başlıyor. Hatta bazen ‘sanal duyu’muzdan gelen bildirimlere fiziksel duyularımızdan daha duyarlı davrandığımız bile söylenebilir. Sözgelimi, hemen yanı başımızdaki eşimizin, çocuklarımızın, anne-babalarımızın ihtiyaçlarını fark etmekte zorlanırken, kilometrelerce öteden gelen bir mesaja anında cevap vermeye çalışabiliyoruz. Çoğu zaman kendimizi görme, işitme ve konuşma engelli bir insan gibi saatlerce ekran karşısında kilitlenmiş hâlde hareketsiz ve tepkisiz yakalayabiliyoruz. Üstelik bu süre zarfında bir taraftan fiziksel duyularımızın varlığını unuturken, diğer taraftan sanal duyumuzla da “sahici” iletişimler kurabildiğimiz ve yüksek ahlaki duyarlılıklara kapı araladığımız söylenemez.
2019 yılı Kurban Bayramı’nda, kısa adı SODİGEM olan Anadolu Üniversitesi Sosyal Medya ve Dijital Güvenlik, Eğitim, Uygulama Merkezi tarafından yapılan bir araştırma, bu tespitleri haklı çıkaran bulgular sunuyor. Araştırma, yeni nesil tebrikleşme ya da bayramlaşmaların sosyal medyadaki yansımalarına dikkat çekiyor. Son yıllarda bayramların alışılmışın dışında sosyal medyadan kutlandığı gerçeğini gözler önüne seriyor. Böylece yeni bayramlaşma kültürünün toplu dijital mesajlar ve görüntülü konuşma uygulamalarıyla gerçekleştirildiğinin altını çiziyor. Araştırmada, ayrıca, sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte, aile ve akrabalar arası ziyaretlerin azaldığına dikkat çekiliyor. Gerçekten de geleneksel ziyaretleşme uygulamalarının yerini, önemli ölçüde sosyal medyadan iletilen tebrik duyuruları almış durumda.
Yeni bayramlaşma kültüründe, en çok WhatsApp, Messenger ve SMS gibi uygulamalar yoluyla toplu mesaj gönderiminin tercih edildiği anlaşılıyor. Bu mesajlar, internet sitelerinden derlenen hazır metinlerden, görsel ve GIF’lerden oluşabileceği gibi, kullanıcıların bizzat kendileri tarafından da hazırlanabilmektedir. İster hazır mesajlar kullanılsın ister kişinin kendisi tarafından hazırlansın, söz konusu mesajlar, kişilerin zihniyet dünyalarına ilişkin önemli ipuçları barındırmaktadır. Bu paylaşımlar üzerinden; kişisel dini yönelimlerin, dindarlık düzeylerinin ve sosyal duyarlılıklıların izi rahatlıkla sürülebilmektedir. Paylaşımlarda, ayet, hadis, şiir, hikâye, din bilginlerinin sözleri, atasözü ve vecize gibi özlü sözlerin kullanımına sıkça rastlanmaktadır. Bununla birlikte, “iyi bayramlar” ve “bayramınız kutlu olsun” tarzında kısa mesajların kullanımı da yaygındır. Bayramı ailesinden ve sevdiklerinden uzakta geçirmek zorunda kalanlar ise çeşitli dijital cihazlarla yakınlarına ulaşabilmektedir. Bu çerçevede WhatsApp, Skype, Zoom, Facetime ve Snapchat gibi uygulamalarla kurulan sesli ve görüntülü bağlantılar aracılığıyla bayramlaşmalar gerçekleştirilmektedir.
Sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte yeni nesil bayramlaşma kültürünün gündemdeki yerini tahkim etmesi kaçınılmazdır. Esasen bu, imajların gerçekliğin yerine göz diktiği ve büyük oranda amacına ulaştığı dijital çağda, bayramın yeni yüzlerine ilişkin sanal temsillerin çeşitlenmeye devam edeceğinin habercisidir. Kültürümüzde bayramın geleneksel anlamıyla uyumlu biçimde “en önemli buluşma ânı” olarak algılanmaya devam etmesi, eski ve yeni bayram kültürümüzün yaşatılması bakımından elzem görünmektedir. Zira, ritüeller dini ve sosyal hayatın can suyu mesabesindedir. Onlardan yoksun kalan bir geleneğin gelecek nesillerin gündeminde güçlü temsiller oluşturması mümkün değildir. Hâl böyle olunca, nesiller arasında bayrama ilişkin kültürel anlatıların korunması, “sahici” aktarımların yüz yüze sağlıklı ilişkilerle gerçekleştirilmesi, dayanışma bağlarının sürdürülmesi ve böylece toplumsal hafıza zincirinin birbirine eklenmesi gerekir. Elbette dostlarımızla aramıza gönülsüz mesafelerin girdiği bu olağanüstü bayram tecrübemiz de kültürel hafıza zincirimize eklenen zorunlu bir halka olacaktır.
‘Kontrollü sosyal hayat’ın ‘yeni normal’imiz hâline geldiği pandemi sürecinde, istemeden bıraktığımız kayıtların, bayram hafızamızda acı hatıralara ve travmatik izlere yol açmasına katkıda bulunmamalıyız. Aksine sevdiklerimizle aramızdaki bayram mesafesini kaldırmalı, birbirimizle gönül diliyle kucaklaşmaya ve duygularımızı içtenlikle paylaşmaya devam etmeliyiz. Bunu yaparsak, olağanüstü günlerin olağan atmosferinde yaşadığımız bu kutlu bayram iklimini, gerçek bayramların özlemine eklenen güçlü bir umut ve mutluluk halkasına dönüştürmeyi başarabiliriz. Böylece, bayramın acıları dindiren, sevinçleri çoğaltan, gönüller alıcı, esenlik ve ferahlık verici nefesini, yeniden ruhumuzda hisseder ve sağaltıcı işlevine elbirliğiyle katkıda bulunuz. Nihayet onu bize armağan eden Yüce Rabbimize şükrümüzü dile getirir, böylece yaşadığımız sürecin gelip geçiciliğine ilişkin umutlarımızın kaynağına yönelir ve sadece O’nun hoşnutluğuna gönül bağlamış olmanın sevincini yaşarız. Hâsılı, kutlu ‘Ramazan Bayramı’mız’, mutlu ve umutlu bayram olsun vesselam!