OkLogo

ORUCUN ZAFERİ VE HAK EDİLEN BAYRAM

Erol Göka

Dünya Kovid-19 illeti nedeniyle zor günler yaşıyor. Bu ramazanı da geçen ramazan gibi tam manasıyla yaşayamadık. Camilerimizde teravih kılamadık, iftar sofralarında buluşamadık. Mahzun ve hüzünlüyüz ama bu asla umutsuz olduğumuz manasına gelmiyor.
Bakın, güneş olduğu yerde duruyor, dünya durmaksızın aynı ritim ve hızda dönmeye devam ediyor. Bizim sevinçli mi kederli mi, endişeli mi efkârlı mı olup olmadığımıza bakmaksızın deveran dönüyor, anlar birbirine ulanıyor, zaman treni düdüğünü çala çala geçip gidiyor. Bir ay önce ramazanın yine gelip çatmasına kimse mani olamadı. Eski tadı tuzu olmasa da ramazanı idrak etmemizi kimse engelleyemedi. Hem kovid-19 illetiyle mücadelemizi sürdürdük hem oruçlarımızı tuttuk, dahası olana bitene bir de ramazan yaşayan gözlerimizle, şuurumuzla bakmaya çalıştık. Fark etmişsinizdir, ramazanın içinden baktığımızda çok değişik bir gündem görünüyor. Varoluş tasamızla, ömür yolculuğunun amaçları açısından hayatı ve kendi yaşam serüvenimizi seyre daldığımızda, manzara bambaşka bir görünüm kazanıyor.
İbadetler, hayata varoluşsal bir müdahale. “Dur yolcu!” diyerek bizi ürperten, irkilten bir şaşırtıcı mola. Senlik, benlik davasından başımızı kaldırıp ne kadar haktan, adaletten, vicdan ve merhametten yana olduğumuzu düşünmemizin vakti. “Huzur”a vararak, “huzur”da durarak tefekkür etmenin, “huzur”un sere serpe bir rehavet olmadığını anlamanın vakti...
Orucun ibadetler içindeki yeri çok farklı... “Huzur”a varmak için arzularımızı da hesaba katmamız gerektiğini, bizzat yeme, içme, cinsellik gibi en temel arzuları bir süreliğine durdurarak öğretiyor. Arzularımızı gemleyebilmemiz, bizi diğer canlılardan ayıran, insan yapan özelliğimiz. Arzularımızı gerektiğinde gemleyebilmemiz sayesinde insan oluyor ya da daha da insanlaşıyoruz. Oruç da bizden arzu yumağı gibi oradan oraya doyum peşinde ne kadar savrulduğumuza bakmamızı; başka insanlara, insan kardeşlerimize de yaptıklarımızı gözden geçirmemizi, kendimiz gibi onları da kollayıp kollamadığımızı, gözetip gözetmediğimizi düşünmemizi istiyor. Arzularımızla kıyasıya hesaplaşırken, hesaplaştıktan sonra, uykularımızı böle böle bizi “huzur”a alıyor. “Huzur”a yükseltiyor. “Huzur”la donatıyor...
Bazı dini anlayışlar, özellikle şimdilerde pek moda “new age” akımlar, inananlarına böyle bir esrik, kendinden geçmiş ruh hali vaat ediyorlar. Oysa sahih psikoloji bilgimize göre, böyle bir kalıcı haleti ruhiye imkânsız. Biz Müslümanlar, insanın “kaygı ve umut arasında” olduğuna, dünya hayatının sürekli mücadele edilmesi gereken bir oyun ve eğlence cerbezesiyle üstümüze geldiğine inanırız. Oruç elbette her ibadet gibi huzura açılır ama unutmamalı, hayat mücadeledir, böylesine mücadele gerektiren bir ortamda huzuru, hayattan el çekmek olarak yorumlamamak gerekir. Tam tersine oruç mücadele ibadetidir. Oruçlu insan da sürekli mücadele halindedir; bir yandan arzularını gemlemeyi öğrenerek insanlaşmanın, diğer insan kardeşlerinin yardımına koşmanın, benlik takıntılarını yenmenin peşindedir. O yüzden her bitmiş oruç günü, her iftar büyük bir insanlık zaferi; nefsin insanlıktan çıkarıcı isteklerine boyun eğmeyecek bir irade gücüne sahip olduğumuz gerçeğinin alkışlanmasıdır.
Müslümanlardan tüm ibadetlerinde dünya hayatının nefsani taleplerine karşı tek başlarına olmadıkları ve insanlar olarak birbirlerinden asıl ayrım noktalarının “takva” olduğu, tek bir bedenin değişik azalarıymışçasına çabalamaları gerektiği şuuru içinde hareket etmeleri beklenir. Sonu “Fıtır Bayramı”yla biten ramazan ayındaki oruç ve ibadetlerde bu şuur, her zaman olduğundan daha yüksek, daha ayan beyan ve daha toplumsaldır.
Müslümanlar, hayatın son nefese kadar sürecek bir mücadele olduğunu, yılmadan hayat mücadelesini sürdürürken onunla eş zamanlı bir biçimde teslimiyetin lazım geldiğini düşünüyor, ona göre yaşıyorlar. Gevşemeden, dinginlik adına pelteleşmeden, aynı anda mücadele ve teslimiyeti başarmaya çalışıyorlar. “Huzur” onlar için içlerindeki bir dinginlik hâli değil ancak teslimiyet içinde mücadele ettikçe varabilecekleri karşılarındaki bir makamdır, her daim Allah'ın huzurunda oldukları şuurudur. Mücadele ve teslimiyet diyalektiği, oruç sırasında kendini iyice açığa vurmaktadır.
Ramazan ayı boyunca her iftarda orucumuzu, nefsimizin taleplerine boyun eğmemenin coşkusuyla, bir zafer kazanma edasıyla aştık. Şimdi de bayrama eriştik, toplu bir zafer kutlayacak, bayram edeceğiz. Ama hayatın mücadele ve teslimiyet dengesinde salındığını asla unutmayacak hem umudumuzu hem mücadele azmimizi asla elden bırakmayacağız. Kovid-19 illetini de bu azimle, tedbirlere uyarak, kul hakkına riayet ederek, mücadelemizin semeresini eninde sonunda Allah'ın bize lütfedeceğine inanarak kazanacağımızı bileceğiz. Bayramınız mübarek olsun.

Erol Göka