OkLogo

ÖLÜM ÜZERİNE KURULMUŞ DİPDİRİ BİR KOŞU

İsmail Kılıçarslan

Yaşamın sırrına boyun eğmek denebilir mi Kurban Bayramı için? Ölmeden önce, ölümün ardını, sonrasını görmek ya da… Bence -ve milyonlarca Müslüman için- denebilir. Çünkü, düşlerde Mekke’ye, Medine’ye; Resulüllah’ın, Hz. İbrahim’in ve Hz. İsmail’in yamacına varmaktır kurban. Ortalık ışımadan uyanılır kurban sabahı, lambalar yakılır ve kurbanın üzerine bir ışık düşer dağların ve hatta şehrin ışığından önce. O sabah, kutlu bıçağın sesini, kurban hepimizden önce duyar, horozlardan önce duyar, çocuklardan önce duyar. Çünkü müminlerin olduğu kadar, kurbanların da en derin bayramıdır bu bayram. Bu yüzden, “Saatlerini çabuk tüket ey ulu gece.” deriz, bizleri kurban sabahına çıkar bir an önce.

Kurbanın yumuşak yünü, yüreğimizin yumuşaklığı ile yarışır bütün bir bayram boyunca. Bunu, sadece Kurban Bayramı gelip çattığında anlarız bir tek. Yoksa her gün kesilen onlarca hayvan neden vermesin yüreğimize, bir yünün yumuşaklığını. Aleladedir sanki, Kurban Bayramı dışında kesilen hayvanlar, kasaptan alırız, marketten alırız. Donmuş, ruhsuz ve bungun bir geleneğin sürdürülmesi gibi… Bütün yıl sürüp gider bu bungun gelenek, ta ki Kurban Bayramı’na gelene dek. O dört gün, ışık ışık yayılır müminlerin yüreğine. Donmuş heykellerini eritir hız çağının, köksüz ritüeller çağının. Şehrin dört bir yanından yükselen kurban sesleri, göksel bir çağrının cisimleşmiş hâli gibidir sanki. Göksel bir diriliş gibi yayılırlar sokak aralarına. Sonra yüreklerimize, sonra dualarımıza ve ümitlerimize.

Kurban, on bir ay boyunca metalik heyecanların beşiği olan şehre su vermektir. Diriltmektir şehri, “medeni” bir heyecan ile… Köklerine inmektir şehrin, akan her damla kurban kanı, abıhayat gibi önce kurbanı, ardından toprağı ve yüreğimizi diriltir; çiçek açarız çocukların gözlerindeki şaşkınlık ve heyecanla. O çocuklar ki yıllar sonra yerlerini alacaktır büyüklerinin, onlar da şahit olacaklar şu kısacık dört günün nasıl da emsalsiz ve tarifsiz olduğuna. Kurban ışığı bıçak parıltıları eşliğinde sürüp gidecek yüzyıllar boyu, İlâ-yi Kelimetullah’ın izin verdiği sürece.

İnsanın tüm ihtirasları ve maddi kaygıları, Kur’an sesi duymuş iblisler gibi kaybolup gider ve kaçar kurban vakti. Görmesek de biliriz, zincirlere vurulmuş gibi köşe başlarında bekler o iblisler -derin ve keskin soluklarıyla- şu dört günün geçip gitmesini. Çünkü dört gün boyunca evlerimizden ve sokaklarımızdan yükselen sesler ve kokular, tüm bu gri ve siyah kentlere ulvi haberler getirir. Meta değildir artık “et”, meta değildir artık “koyun”, meta değildir artık “koç.” Onlar sayesinde gökten ışıklar iner; dini için, ibadeti için kanını feda etmeye hazır milyonlarca insan gönlüne…

Kestiği bir kurbanın hemen hemen hepsini ihtiyaç sahiplerine dağıttıktan sonra, elinde sadece ufak bir kürek kemiği kaldığını öğrenen Resulüllah, Hz. Aişe’ye, “Desene kürek kemiği dışında hepsi bizim oldu.” demiştir. Resulüllah’ın bu sözünden, kurbanın bizleri dünyevi her şeyden zapt ettiğini ve bizleri derisiyle, etiyle, tüyüyle fethettiğini anlıyoruz.

Kurban, biz müminler için en büyük hamd ve şükür vesilelerindendir. İnsan bir an için olsa da şükreder yaşadığına. Hz. İbrahim’in ve Hz. İsmail’in imanı yayılır vücudunun her zerresine. Bilir ki bu ölüm diğer ölümler gibi değildir. Bu ölüm, “diri bir ölümdür.” Kurbanın, cennet bahçelerinde otladığını bilir ve anlar bir an içinde insan.

Kurban, büyük şair Sezai Karakoç’un ifadesiyle, “Bunu gör, buna tahammül et. Ve gerçeği anla. Kurban bir semboldür. Aslında her gün, senin için, nice varlık kurban olmaktadır. Ama sen de bunun dışında değilsin. Öyleyse neye adandığını araştır ve bil.” demektir.

***

Ölüm üzere kurulmuş dipdiri bir koşudur kurban…


İsmail Kılıçarslan