NAFİLELERİMİZ NAFİLE OLMASIN!
Halil Kılıç
Yüce Allah şöyle buyurdu: “...Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu severim. (Sevince de) artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum...”
(Buhari, Rikak, 38.)
İnsanın dünya imtihanında başarılı olabilmesi için öncelikle dinin emir ve yasaklarına yani farzlara ve haramlara riayet etmesi en temel husustur. Nitekim yukarıda yer verilen kutsi hadiste de Yüce Allah “Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz.” buyurmak suretiyle kendisine yakınlaşma noktasında farzların ne kadar mühim olduğuna dikkat çekmektedir. Farz ve haramlar hususunda gerekli titizliği gösterdikten sonra nafile ibadetlerle kişinin kulluk bilincini taze tutmak ve Rabbine daha çok yaklaşmak için gayret etmesi tabii ki önemlidir. Ne var ki geçmişte olduğu gibi günümüzde de farzlarla ve sahih hadislerde bildirilen nafilelerle yetinmeyen bazı kimseler, başta namaz ve oruç olmak üzere çeşitli ibadetler ihdas etmişlerdir. Bu ibadetler ya insanların daha çok ibadet yapmasını sağlamak amacıyla samimi niyetlerle ya da Müslümanları asıl sorumluluklarından uzaklaştırıp sünnette yer almayan ibadetlerle (!) oyalamak maksadıyla art niyetli olarak ihdas edilmiştir.
Bilinmelidir ki dini hakkıyla yaşamak için uydurma rivayetlere/ibadetlere gerek yoktur. Daha çok ibadet etmek isteyen kişinin önünde hiçbir engel yoktur. Örneğin farz namazların öncesindeki ve sonrasındaki sünnetler, akşam namazından sonra eda edilen evvabin, güneş doğduktan sonra kılınan işrak/duha gibi namazlar, sahih rivayetlerle bize intikal eden nafilelerdir. Peygamberimizin terk etmediği teheccüd namazını da unutmamak gerekir. Herkesin uykuda olduğu bir vakitte kulun Yüce Allah’ın huzurunda durup hâlini O’na arz etmesinden daha güzel ne olabilir? Elbette sahih hadislerle sabit olan bu nafile namazlardan daha fazlasını da yapmak isteyebilir insan. Namaz kılıp Allah’ın huzurunda durmaktan zevk alan bir kul, günün 24 saatinde -kerahet vakitleri hariç- istediği kadar nafile namaz kılabilir. Üzüntü, sevinç, varlık, darlık, korku vb. hâllerde kulun namaza durup Rabbi ile buluşmasından daha doğal bir şey olabilir mi? Ancak Hz. Peygamber’in sünnetinde yer alan namazlarla yetinmeyip yeni namazlar icat etmek, dinde olmayan şeyi dine dâhil etmek olduğundan bidattir. Örnek vermek gerekirse Hz. Peygamber’in recep ve şaban ayına mahsus kıldığı ve yapılmasını tavsiye ettiği özel bir nafile ibadet yoktur. Bela ve musibetlerin gelmemesi için safer ayına mahsus bir namaz yoktur. Kabir nur, kefaret-i bevl gibi namazların hiçbirisinin sünnette karşılığı yoktur. Unutulmamalıdır ki bu ve buna benzer bidat türünden ameller, dinin asıllarının (yavaş yavaş) ortadan kalkmasına, bidat ve hurafelerle yer değiştirmesine veya ihmal edilmesine yol açabilir.
Oruç için de aynı hususlar geçerlidir. Daha fazla nafile oruç tutmak isteyen için sahih hadislerle bildirilen pek çok nafile oruç çeşidi vardır. Ramazanın hemen peşinden gelen şevval ayında altı gün, her hafta pazartesi ve perşembe, her kamerî ayın 13, 14 ve 15. günlerinde dileyenler oruç tutabilirler. Daha fazla tutmak isteyen her kamerî ayın başı, ortası ve sonunu da üç gün oruçlu geçirebilir. Ayrıca aşure gününde iki gün, zilhiccenin başından itibaren dokuz gün oruç tutulabilir. “Bunlar yetmiyor, ben daha fazla tutmak istiyorum.” diyenler için de Hz. Peygamber (s.a.s.) bir gün tutup bir gün tutmama şeklinde Hz. Davut’un orucunu tavsiye etmiştir. (Buhari, İstizan, 38.)
Farzlar ile Allah’a yaklaşan bir kula O’na daha da yakın olmak için Hz. Peygamber’in sünnetinde yer alan nafile ibadetler yeterlidir. Yine; cenneti kazanmak için Allah Resulü’nün sünnetinde yer almayan, sonradan ihdas edilmiş ibadetlere meyletmeye gerek yoktur. Kur’an’da ve sünnette yer alan ibadetleri azımsayıp daha fazlasını isteyenlerin öncelikle asıl vazifelerinde gerekli hassasiyeti gösterip göster(e)mediklerine bakmalıdırlar. Anne babaya iyi davranma, akrabayı gözetme, eş ve çocuklara karşı şefkat ve merhametle muamele etme, kul ve kamu hakkına karşı titiz olma, komşuya eziyet etmeme, yalan söylememe, dedikodu yapmama gibi pek çok dinî/ahlaki kuralı uygulama noktasında üzerine düşeni yapmayan bir kulun nafilelerle Allah’a yaklaşmak istemesi nafile bir çabadır.
Sadece nafile ibadetler üzerine kurulmuş bir dindarlık anlayışının eksik/hatalı olacağı izahtan varestedir. Nitekim ibadetlerin başlıca amacı kişinin olgun ve erdemli bir mümin olmasını sağlamaktır. İbadetlerle Yüce Allah’ın huzuruna çıkan bir kul, âdeta şunları haykırmaktadır: “Ey Rabbim! Nasıl bu konudaki emrine itaat edip huzuruna gelmiş isem hayatımın bütün safahatında da emir ve yasaklarına itaat edip belirlediğin sınırlara riayet edeceğim.” Nafile ibadetler, bu bilinci arttırdığı ve kişiyi erdeme ulaştırdığı oranda kıymeti haizdir. Aksine, bir taraftan çokça nafile namaz kılıp oruç tutan diğer taraftan eşini ve çocuklarını ihmal eden, kul ve kamu hakkı yiyen, etrafındaki insanlara hayatı zehir eden bir Müslümanın yaptığı bu nafileler Allah’ı hoşnut etmekten çok şeytanı memnun edecektir. Öyleyse kullara düşen, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ettikten sonra bizi ahlaken olgunlaştıracak nafilelere sarılmak olmalıdır. Yüce Allah’a yaklaştıracak ve kutlu nebi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) ahlakını kuşanacak bir hayat sürebilmek temennisiyle…
Hadisten öğrendiklerimiz
1. Mümin kul için öncelikli olan; Rabbimizin farz kıldığı ibadetleri yerine getirmektir. Nafile ibadetler ise farzların yerine getirilmesiyle edinilen kulluk bilincinin âdeta süsü niteliğindedir.
2. Farzları eda ederek Rabbine yaklaşan kul Hz. Peygamber’in sünnetinde yer alan nafilelerle bu yaklaşmayı daha da artırabilir. Böylece farz ve nafile ibadetlerle kulluk şuuru artar ve Allah’a yakınlaşır.