KUŞLARIN YOLCULUĞU
Dr. Lamia Levent Abul
İnsan için hayat, bir arayış yolculuğudur. Hayatın ve ölümün anlamını bulmak ömür boyu süren bir arayıştır. Gelenlerin ve gidenlerin eksik olmadığı hayatta neden burada olduğumuz ve niçin yaratıldığımız sorusu, aradığımız anlama bizi ulaştıracak en elzem sorudur. Bazen göz ardı ederek ötelesek de insanoğlunun derinlerinde cevabını bekleyen bir soru olarak durur. Cevabın peşine düşmek zora talip olmaktır. Bu yüzden insan zordan kaçar, aslında bu kendisinden kaçıştır. Ancak kendilerine bu zor soruyu sorup cevabın ardına düşenler, sabır ve sebatla arayanlar, onu mutlaka bulurlar.
Dr. Lamia Levent Abul
İnsanın kendi hakikatinin peşine düşmesi esasında hem kendini hem Rabbini hem de kâinatı anlamasının yoludur. Afakta ve enfüste pek çok ayetle yolumuzu aydınlatan Rabbimiz, insanı yola ve yolculuğuna davet eder. İnsana şahdamarından daha yakın olan Hak Teâlâ, “…O’na yakınlaşmaya vesile arayın…” (Maide, 5/35.) buyurarak kendisi için yarattığı insanın bu yakınlığa ermesini ister. İnsanın yaratılış gayesi Allah’ı tanımak, bilmek, O’na kulluk etmektir. Ancak Yüce Yaratıcı’yı layıkıyla tanıyanlar ve bilenler O’na yaraşır bir şekilde kulluk edebilirler.
İnsan, Cenab-ı Hakk’ın kutsal emanetinin taşıyıcısı ve nefha-i ilahiyenin mazharı olan mükerrem bir varlıktır. Yüce Allah kâinattaki her şeyi insan için insanı ise kendisine kulluk etmesi için yaratmıştır. İnsan, yeryüzünde Allah’ın halifesi olma payesine erişen yegâne varlıktır. Bu, çok büyük bir lütuf aynı zamanda da ağır bir mesuliyettir. Hayat yolunda insan bu ulvi yaratılış gayesini unutarak kendini süfli gayelere adarsa, tüm hayat sermayesini heba etme tehlikesiyle karşı karşıya kalır.
İnsanın, Allah Teâlâ’nın kendisini yarattığı gayeden uzaklaşması, esasında insanlığından uzaklaşması anlamına gelir. İnsan kendinden uzaklaştıkça Hak ve hakikatten de uzaklaşır. Kalbini gelip geçici olanlara bağlar. Bu bağ insanın esaretidir aynı zamanda. Esaretten kurtulmak isterse insan, önce kalp hanesini cümle kötülüklerden temizleyip arındırmalıdır. İşte o zaman nazargâh-ı ilahi olan kalp, Cenab-ı Hakk’ın teveccühüne mazhar hâle gelir. Ne diyor şair; “Sür çıkar ağyârı dilde tâ tecelli ede Hak / Padişah konmaz saraya hane mamur olmadan.”
İnsanın kalbinin saflaşıp arındırılması ve Hakk’ın iltifatına mahzar olması, kalbine, içine doğru bir yolculuğa çıkmayı da göze alması demektir. Yaratılışındaki yüksek gayenin ve cevherin şuuruna varmak demektir bu yolculuk. İnsanın kendi içine olan yolculuğunun kendi hakikatini ve en büyük hakikat olan Rabbini bulma yolculuğu olduğunu şöyle anlatıyor Hz. Mevlana:
“Canında bir can var, o canı ara…
Beden dağında bir hazine var, o hazineyi ara…
Yürüyen dervişi arıyorsan,
Senden dışarıda arama; kendinde ara!”
Beden değil ama Kafdağı’ndaki büyük hazineyi yani padişahları olan Simurg’u aramak için yola çıkan kuşlar da kendilerini zor bir yolculuğun beklediğini biliyorlardı. Daha önce bir padişaha, Hz. Süleyman’a yaverlik yapan Hüdhüd’ü kendilerine rehber seçerler. Çünkü ancak bir padişahı tanıyan ve bilen biri padişaha giden yolda rehberlik edebilir. Ancak yol meşakkatli ve menzil uzaktır. Kuşların hepsi Simurg’u görmeyi çok arzu etmelerine rağmen yolun zorluklarını görünce vazgeçmek için türlü bahaneler ileri sürerler. Bülbül meftun olduğu gülü arzulamakta tavus cenneti istemekte, dudu abıhayatın peşinde, doğanın sevdası mevki ve iktidar, kuyruksallayan kuyudaki Yusuf’unun, hüma ise gurur ve kibir peşinde... Her bir kuş, kendi arzu ve heveslerini mazeret olarak ortaya koyup artık bu meşakkatli yolculuğa dayanacak takatleri kalmadığını söyleyince Hüdhüd onlara Simurg’un olağanüstü güzelliklerini anlatır. Kuşlar o yüceler yücesi padişaha varmaya ehil olmadıklarını, Süleyman’ın karşısındaki zavallı karınca gibi olduklarını söyleyerek umutsuzluklarını dile getirirler.
Hüdhüd bu umutsuzlukları üzerine onları şöyle yüreklendirir: “Simurg apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu? Simurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu? Burada gölgesi görünen her şey önce orada meydana çıkar, görünür. Simurg’u görecek gözün yoksa gönlün ayna gibi aydın değil demektir. Kimsede o güzelliği görecek göz yok; güzelliğinden sabrımız, takatimiz kalmadı. Onun güzelliğiyle aşk oyununa girişmek mümkün değil. O, yüce lütfuyla bir ayna icat etti. O ayna gönüldür; gönle bak da onun yüzünü gönülde gör!”
Hüdhüd’ün söylediklerinden ikna olan kuşlar tekrar yola revan olurlar. Yol uzun, yolculuk meşakkatlidir. Kuşların pek çoğu istek ve arzularına yenik düşer ve yoldan ayrılırlar. Kimi sevdiğini özlemiştir, kimi vatanına hasrettir; kimi servetini, kimi makamını geride bırakmak istemez… Kimi de yolun zorluklarına dayanamaz dağlarda, nehirlerde telef olup gider. Kalan kuşlar için ise önlerinde geçmeleri gereken yedi vadi kalmıştır; istek, aşk, marifet, istiğna, vahdet, hayret ve fena vadileri…
Binlerce kuşun çıktığı bu zorlu yolculukta tüm bu vadileri aşanların sayısı çok azdır. Ancak sabır ve tahammül gösteren otuz kuş menzil-i maksuda varabilir. Kafdağına yorgun ve bitkin bir şekilde varan kuşlar, oradakilere padişahları Simurg’u sorarlar. Simurg’dan gelen bir kâğıt verir onlara. Kâğıdı okuyan kuşlar, yolculuk boyunca başlarından geçen her şeyin yazılı olduğunu görürler ve hayrete düşerler. O sırada yakınlık güneşi üzerlerine doğar ve onun ışığında Simurg’a baktıklarında aynı anda kendilerini, otuz kuşu Simurg olarak görürler:
“Güneşe benzeyen bu dergâh bir aynadır.
Kim gelir bakarsa onda kendini görür.
Can ve ten onda kendini can ve ten olarak görür.”
Kuşların, otuz kuş anlamına gelen Simurg’a yaptıkları yolculuk kendi içlerine, derinlerine yaptıkları bir yolculuktan başka bir şey değildir. Yolculuk boyunca kendi hakikatlerine engel olan benliklerini terbiye ettiler, kalp aynalarını parlattılar. Ne zaman ki hakikatle aralarına perde olan karanlığı yani nefsin arzularını terk ettiler işte o zaman kendi içlerindeki Hak nurunu gördüler ve Hakk’a vasıl oldular. Attar; “Hülasa burada söz kısaldı, yolcu da kalmadı, rehber de yol da…” diye bitirirken Hz. Mevlana ile devam edelim yola:
“Ne arar isen kendinde ara. Aradığın bir tek sensin. Sen yalnız duyuş ve düşünüşten ibaretsin. Geriye kalanların et ve kemiktir.”