KULU İNCİTME GÖNÜL
OkLogo

KULU İNCİTME GÖNÜL

Dr. Lamia Levent Abul


Hz. Süleyman, insanlardan, cinlerden ve kuşlardan müteşekkil muhteşem ordusunu bölükler hâlinde sevk ediyordu. Ordu tüm debdebesiyle karınca vadisine gelince karıncalar telaşlandılar. Karıncaların reisi, Süleyman’ın ordusunun onlara bilmeden zarar verebileceğini ve yuvalarına girmelerini söyledi. Rivayete göre karıncaların kendi aralarındaki konuşmalarını duyan Hz. Süleyman karıncaların reisini çağırdı. Ona bir peygamber olduğu hâlde kendilerini ezeceğini nasıl düşünebildiğini sordu. Karınca, elbette kendilerine zarar vermeyeceğini bildiğini, bu yüzden bilmeden kaydını eklediğini söyledi ve kaçışlarının esas nedenini açıkladı: “Karıncalar senin debdebene dalıp da tesbihlerini unuturlar diye söyledim.” Devamını Neml suresinden öğreniyoruz: “Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: ‘Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!’” (Neml, 27/19.) Onun bu duası kendisi ile beraber ailesinin de karınca dahi olsa hiç kimseyi kırmamasının, incitmemesinin ifadesiydi. Büyük saltanat ve taht sahibi olan Hz. Süleyman, mahlûkata gösterdiği şefkati ve rikkati ile gönüllerin de sultanı olarak dilden dile anılır oldu:

Kimseyi dil-teng-i âzâr etme sultanlık budur

Kalb-i mûrı taht-gâh eyle Süleymanlık budur

(Yahya Nazim Efendi)

Hz. Süleyman gibi sultan olmak ne taht ne mal mülk sahibi olmakladır. Hakiki manada sultanlık kimseyi dil ile incitmemek, kırmamak, karınca gibi zayıf ve yoksul olanların kalbine girebilmektir. Süleyman olmak bunu gerektirir. Yetimin, kimsesizin, yoksulun gönlünde taht kuranlar Süleyman misali sultanlığa layık olanlardır. Gönüllerini Hakk’a duydukları aşkla ve O’nun yarattıklarına gösterdikleri şefkat ve merhametle tezyin edenler gönüllerin sultanlığına nail olurlar. Onların nezdinde zinhar kalpler kırılmaz ancak gönüller yapılır. Yaratılan sevilir Yaradan’dan ötürü. Hakk’ın yarattıklarını incitmek en başta “gayretullah”a dokunur:

Dokunur gayretine,

Karışma hikmetine.

Sahibi hürmetine

Kulu incitme gönül.

(Bestami Yazgan)

İrfan ehlinin gönül terbiyesinde ilk ders incitmemektir. Çünkü insan eşref-i mahlûkattır. Hakk’ın en güzel surette yarattığı, halife kıldığı ve kendi ruhundan üflediği varlıktır insan. Hak Teâlâ (c.c.) tüm yaratılmışlardan üstün tuttuğu kulunu kimsenin incitmesine razı gelmez. Çünkü insanın kalbi arş-ı rahmandır, nazargâh-i ilahidir. Bizim Yunus, “Gönül Çalab’ın tahtı/ Çalab gönüle baktı/ İki cihan bedbahtı/ Kim gönül yıkar ise.” dizelerinde Hakk’ın nazar ettiği kalbi kıran ve incitenlerin bedbahtlıklarını ne güzel dile getirmiş. O kalbi kıranlar ve incitenler Hakk’ı incitmiş sayılırlar. Hz. Mevlana, “İnsanı inciten kişinin, Allah’ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki bu küpün suyu, Hakk ırmağının suyu ile birleşmiştir.” (Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi, c. I, s. 223.) sözleriyle tüm yaratılmışların aynı özden geldiklerini ifade eder. Bu ilahi özdür insanı üstün kılan ve Hakk’ın katında aziz eyleyen. O özün hatırına:

Sabır kıl her belaya hâne-yi Rahman’ı incitme

Felekde hâsılı insan isen bir canı incitme

(Alvarlı Efe Hazretleri)

Yüce dinimiz, insanın insanla münasebetinin güzelleşmesi için çok temel bir ilke getirmiştir. Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına da yapmamak şeklinde Allah Resulü (s.a.s.) tarafından vazedilen bu ilkede zarar vermemek esastır. (Müslim, İmare, 46.) Eğer bir zarar varsa bu zararın daha ziyade dil ve el ile olabileceğini yine Efendimiz haber veriyor: “(İyi) Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların emin olduğu kişidir. (Asıl) muhacir de hata ve günahları terk edendir.” (Buhari, İman, 4.) Bu hadis-i şerifinde Sevgili Peygamberimiz, Müslüman kardeşini ne eliyle ne de diliyle incitmemeyi öğütlüyor. Yalan, gıybet, alay, iftira, sövmek gibi dil ile yapılan; çalmak, vurmak, öldürmek gibi el ile yapılan kötülüklerden de Müslümanı sakındırıyor hadis-i şerif. Devamında gelen ibareden ise hata ve günahları terk etme konusunda gösterdiği gayretin hicret sevabına denk olduğunu anlıyoruz. Çünkü Allah Teâlâ’nın yasaklarından kaçınmak ve kötülükleri terk etmek de hicret sayılmıştır. Hele Hak Teâlâ’nın kullarını incitmemek hususunda bu gayreti göstermek de Hakk’ın hoşnutluğunu nasıl da celbettirir!

Müslümanın kötü davranışlarla Müslüman kardeşini incitmemesi yanında iyi ve güzel amellerde bulunurken de incitici olmamaya dikkat etmesini emrediyor Yüce Rabbimiz. Bakara suresinde sadaka verirken bunu başa kakmak suretiyle yani yoksulu rencide edecek, incitecek şekilde vermek suretiyle, yapılmış olan hayırları boşa çıkarmamayı emrediyor Hak Teâlâ. Bu şekilde davrananların durumu üzerinde biraz toprak bulunan kayaya benzer. Sağanak yağan bir yağmur, üzerindeki toprağı da silip götürdüğünde kaya çıplak bir hâlde kalıverir. (Bakara, 2/264.) Yağan rahmet-i ilahiden nasipdar olmak için vermeyi de bir edep içinde yapmak, önce gönülleri mamur etmeye çalışmayı şiar edinmek gerekiyor.

Gönül terbiyesinde son ders de incinmemektir. Kişinin başkasını incitmemesi daha kolay olsa gerek. Ama hiç kimseden incinmeyecek bir gönle sahip olmak elbette daha zor gelir insanoğluna. Hz. Mevlana’nın tabiriyle eğer kişi kendisindeki bir kusuru görüp de pişman oluyorsa bunu Hakk’ın yardımı olarak görüp düzeltmeli hâlini. Ama eğer kendindeki kusuru ve hatayı görmeyip başkasındaki hata ve kusuru görüyorsa bu kusurun kendisine ait olduğunu bilmesi gerekir. Çünkü mümin müminin aynasıdır. “Onun aynasında kendini görüyorsun esasında. Ondan incinmeye devam ettiğin sürece kendinden inciniyorsun manasınadır. O vakit kendine bak ve o gördüğün yanlışı ve kusuru kendinden defetmeye bak.” Dolayısıyla incitmemek için kendi kusurlarını görüp arınman gerektiği gibi incinmemek için de kendi kusurlarını mümin kardeşinin aynasında görmen gerekir. Hz. Mevlana’nın dediği gibi kendini temizledikçe baktığın her aynada temiz ve sevimli bir yüz görürsün.


Dr. Lamia Levent Abul