İNSANLIĞIN İKİNCİ ATASI HZ. NUH
OkLogo

İNSANLIĞIN İKİNCİ ATASI HZ. NUH

Meryem Dalğıç


İnsanoğlu kendisini yaratan, sayısız nimetlerle donatan Rabbini unutmuş, diktiği putlara tapmaya başlamıştı. Tevhid inancından uzaklaşıp inancına şirki karıştırdığında hem bireysel hem de toplumsal açıdan ahenk ve düzeni kaybetmişti. Her çeşit ahlaksızlık ve kötülüğe rağbet artmış; zayıfı ezen, fakir fukarayı hakir gören bir zihniyet, şirkin getirdiği çelişki ve kargaşayla yeryüzünü fesada vermişti. Nihayetinde insan, “eşref-i mahlûkat” olarak yaratılmanın izzetini taşıyamamış, azgınlık ve sapkınlıkta haddi aşmıştı. Yüce Allah, âlemin göz bebeği olan kullarına yaradılış gayesini hatırlatmak, onları Hakk’a davet etmek üzere Nuh’u (a.s.) elçi olarak göndermişti.

İlk putperest kavim,

ilk tevhid mücadelesi

Hz. Nuh, Rabbinden aldığı vahiyle elem dolu bir azap gelmeden önce kavmini Allah’tan başkasına ibadet etmemeleri hususunda uyardı. Onları şefkat ve merhametle gece gündüz, gizli açık demeden imana davet etti. Ancak yeryüzünün ilk putperest kavmi, her çağrıya kulaklarını tıkayarak onu görmemek için elbiselerini başlarına bürüyerek ve inanmamakta direnerek büyük bir kibirle karşılık verdiler. (Nuh,71/2-9.) Onların tüm bu inkârları, inatları ve kaçışlarına rağmen Nuh (a.s.) bıkmadan usanmadan sabır, azim ve kararlılıkla tebliğine devam etti. Çünkü o, ulü’l-azm peygamberlerin ilkiydi.

Sabır abidesi olan Hz. Nuh, tebliğinde farklı metotlar kullanarak inanmayanları ikna etmek için insan ve kâinatın yaratılışından misaller vererek şöyle dedi: “Size ne oluyor ki Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz? Oysa sizi türlü merhalelerden geçirerek O yaratmıştır. Görmediniz mi? Allah yedi göğü birbiriyle ahenktar olarak nasıl yaratmış! Onların içinde ayı bir nur kılmış, güneşi de bir çerağ yapmıştır. Allah, sizi de yerden ot bitirir gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya döndürecek ve yeniden çıkaracaktır. Allah, onda geniş yollar edinip dolaşabilesiniz diye yeryüzünü sizin için bir sergi yapmıştır.” (Nuh,71/13-20.) Tüm bu akli delillere rağmen kalpleri kararmış kavmi iman etmeyince onların hoşlandıkları mal, oğullar, bahçeler, ırmaklar gibi nice nimetlerin kendilerine Allah (c.c.) tarafından verildiğini hatırlattı. (Nuh,71/11-12.)

Hz. Nuh’un nezih lisanı, mükemmel bir üslubu ve samimice anlattığı hakikatler, yoldan çıkmış kavminin küfrünü ve inadını daha da artırdı. Onun tebliği karşısında boş durmayarak “Sakın ilahlarınızı bırakmayın, onlardan asla vazgeçmeyin.” diyerek (Nuh, 71/23.) insanları ilahi davetten uzaklaştırdılar. Şirk, en büyük zulümdür. (Lokman, 31/13.) İnsan, Allah ile bağını kopardığında fıtratından uzaklaşır, istikametini şaşırır. İyi kötü ayrımını yapamaz, kendisine ve çevresine zulmeder. Bu ayrımdan gafil olan zalimler, gün geçtikçe Nuh’a inanmadıkları gibi mecnun diyerek onu yalancılıkla suçladılar, taşlamakla ve öldürmekle tehdit ettiler. (Şuara, 26/116.)

Müşrik kavmin ileri gelenleri, küfürlerinde öyle inatçıydılar ki Hz. Nuh’a inanmamak için manasız bahaneler uydurarak şöyle dediler: “Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.” (Hud, 11/27.) İnsan, ne de çok güveniyordu makamına, mevkiine, statüsüne ve zenginliğine… Hâlbuki tüm bu nimetler kendisine Rabbi tarafından bir şükür ve imtihan vesilesi olarak verilmişti. Ne hazindir ki nankör insan, tarih boyunca sahip olduğu tüm bu imkânları ayrımcılık ve üstünlük vesilesi sayarak insanları “insan” olma vasfı ile değil sosyal statüleri ile değerlendirme gafletinde bulunmuştur. Nuh’un (a.s.) inkârcı, kibirli kavmi fakir müminlerle aynı mecliste bulunmayacaklarını dile getirerek onları yanından kovduğu takdirde kendisini dinleyeceklerini söylediler. Oysa bu teklif ne insani ne de ahlaki idi. Üstelik Allah’ın emrine de tersti. İnsanlık onuruyla bağdaşmayan bu teklife cevaben Hz. Nuh, “Size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır.’ demiyorum, gaybı da bilmem, melek olduğumu da söylemiyorum. Sizin hor gördüğünüz kimseler için ‘Allah onlara faydalı şeyler vermeyecektir.’ diyemem. Onların içlerinde olan şeyi Allah daha iyi bilir. Bunları yaparsam gerçekten zalimlerden olurum!” (Hud,11/31.) diyerek bunun büyük bir haksızlık olacağına işaret etti. İmanın yücelttiği o müminleri etrafından uzaklaştırmadığı gibi aksine onları korudu, destekledi. İnkârcı kavmin kibirleriyle mazlumları ezmelerine izin vermedi.

Kibir, insanın kalbini perdeler

Kibirlenmek, kâfirlerin en temel niteliğiydi. Asırlar geçse de inkârcının kibri bakiydi. Şayet iman etmemişse bir kalp, büyüklenmek tüm peygamberlerin kavminde vardı. Şeytan da kibrinden dolayı Allah’ın emrine karşı gelerek Hz. Âdem’e secde etmekten sakınmıştı. Nice mucizelere tanıklık etmesine rağmen Firavun’u iman etmekten alıkoyan da kibri değil miydi? Ah Âdemoğlu! Fark edemedi; şeytanın sağından, solundan, önünden, arkasından yaklaşarak onu yoldan çıkarmaya çalıştığını. Kibir ve gururun kendisine bir o kadar süslü ve güzel gösterildiğini. Kibrin kalbini mühürlediğini, hakikate karşı kör ve sağır ettiğini... Putperest kavim, büyüklenmekte öylesine haddi aştı ki “Ey Nuh! Bizimle tartıştın ve tartışmayı uzattın. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı getirsene!” (Hud, 11/32.) diyerek ahmakça meydan okudular. İnkârcılar ne kadar da güveniyorlardı durumlarına! Göremiyorlardı ortalığın gittikçe karardığını. Oysa görmenin tam zamanıydı. Tufan geldiğinde görmek neye yarayacaktı ki…

Hz. Nuh’un 950 yıl (Ankebut, 29/14.) devam eden sabırlı mücadelesinde kendisine kavminden çok az kişi iman etti. (Hud, 11/40.) Bu süre zarfında inkârcılara karşı her yolu denemesine rağmen onları ikna edemeyince çaresiz bir şekilde “Ey Rabbim, onların beni yalanlamalarına karşı sen bana yardım et.” (Müminun, 23/26.) diyerek Allah’a niyazda bulundu. Kibrinin esiri olan ve bunu yenmede asla gayret etmeyene artık her söz, her misal kifayetsizdi. Nihayetinde insanı felakete sürükleyen, helâkine götüren de kibriydi.

Kurtuluş gemisi

Allah Teâlâ, Nuh’un duasını kabul ederek artık üzülmemesini, kavminden ona iman edenler dışında başka kimsenin inanmayacağını bildirdi. İnkârcıların tufanla helâk edileceğini, müminlerin ise kurtulacağını müjdeleyerek bir gemi yapmasını emretti. (Hud, 11/36-39.) Kutlu Elçi, Allah tarafından kendisine öğretildiği şekilde gemiyi yapmaya başladı. Kavminin ileri gelenleri bu kez de onunla alay ettiler. (Hud,11/38.) Hâlbuki Nuh (a.s.) Rabbine hiç sormamıştı, “Su olmayan bir yerde niçin gemi yapıyorum?” diye. Zira iman Allah’a şeksiz şüphesiz teslim olmaktır. O’na dayanmak ve güvenmektir. Güven neticesinde selamete ulaşmaktır.

Tufan hızla yaklaşırken insanların azgınlığı ve sapkınlığı daha da artıyordu. Diğer tarafta ise kurtuluş gemisinin inşası tamamlanıyordu. Bütün insanlık inkâr ve isyan bataklığına gömülse de inanmış kimseye daima nurlu bir iz vardır: Hz. Nuh’un izi. Bu iz inananları kurtuluş gemisine götürecektir. Her çağda şartlar ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun inananlar için bir Nuh’un gemisi vardır. (Sezai Karakoç, Yitik Cennet, Diriliş Yayınları, 13. baskı, s. 38.)

Hz. Nuh geminin yapımını bitirdiğinde yer ve göklerin kapıları açıldı. Yerden sular fışkırdı, gökten sular boşaldı. (Kamer, 54/11-12.) Sular coşup yükseldiğinde Nuh’a her hayvan türünden birer çift ve boğulmasına hükmedilenler dışındaki aile fertleri ile müminleri gemiye alması vahyedildi. (Hud, 11/40.) Hz. Nuh’un ailesinden üç oğlu ve onların eşleri inanmış kimselerdi. Ancak karısı ve bir oğlu iman etmedikleri için gemiye binmediler. Zira kurtuluş gemisine binmek, bir iman işiydi. Bu hak ediş bir akrabalık veya kan bağı ile elde edilecek değildi.

Hz. Nuh ve ailesi

Aile olmak aynı inanç ve idealde buluşmak, aynı değerleri benimsemektir. Ne hazindir ki Nuh’un eşi ve bir oğlu, aile olmanın nimetinden mahrum olmuştur. Eşi büyük bir ihanetle Hz. Nuh’un deli olduğunu söylemiş, onu hafife almış ve vahyedilen gizli bilgilerden öğrendiklerini müşriklere sızdırmıştı. (Kur’an Yolu/V,412.) Sabır abidesi Hz. Nuh ise ailenin bir imtihan olduğu bilinciyle son ana kadar eşini Hakk’a davet etmiştir.

Hz. Nuh sular yükseldiğinde son kez ümitle müşrik oğluna “Sen de bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerle beraber olma!” diye nida etti. Oğlu ise gemiye binmeyi değil suların yuttuğu dağa sığınmayı tercih etti. Nuh (a.s.) ciğerparesine kıyamadı, “Ya Rabbi, oğlum ailemdendir.” diyerek kurtulmasını talep edecek oldu. Ancak “O, senin ailenden değildir.” (Hud,11/42-46.) ilahi ikazını işitti. Zira aile olmak kan bağından ziyade inanç bağıyla birbirine bağlanmaktı. Hz. Nuh’un gemisine binenler onun ailesiydi. (Enbiya, 21/76.)

İlahi gazap: Tufan

İlahi gazap coştu. Gök yarıldı yere indi. Yer inanmayanları yuttu. Suyun intikamı inkârcıları bitirdi. Coşan sularla gemi yükseldi. “Ey toprak suyunu yut! Ey gök sen de tut!” denildi. Su çekildi, hüküm yerini buldu. Gemi Cudi dağının üzerine oturdu. “...Zalimlerin topunun canı cehenneme!” denildi. (Hud, 11/44.) Kurtuluş gemisi selamet-i sahile ulaştı. Rahmet gazabı geçti. Bir çağ kapandı, yeni bir çağ açıldı. İnsanlık, tevhid inancıyla yeniden dirildi. Nuh (a.s.) Hz. Âdem’den sonra insanların ikinci atası oldu.

Hz. Nuh son nefesinde dahi tebliğinden vazgeçmedi, tufandan kurtulan iki oğluna şöyle dedi: “Size kısaca şu vasiyeti yapıyorum. İki şeyi emrediyor, iki şeyi yasaklıyorum: Allah’a ortak koşmayı ve kibirlenmeyi yasaklıyorum. ‘Lâ ilâhe illâllah’… ve ‘Sübhânallahi ve bihamdihî’ demeyi emrediyorum.”

Kelime-i tevhid, Allah’tan başkasına kul olmayı reddetmektir. İmanın en yüksek mertebesidir. (Müslim, İman, 58.) Ancak tevhid inancıyla kalplerdeki kir ve pas temizlenir. İman ve takva bilincinin yerleştiği bir kalpten ise yeryüzüne iyilik, güzellik ve hakkaniyet yayılır.


Meryem Dalğıç