İMANI ZEDELEYEN DUYGU: HASET
Hüseyin Arı
“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri iç çekerek arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah’ın lütfundan isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir.”
(Nisâ, 4/32)
İnsana düşünce ve duygu nimetlerini bahşeden Yüce Allah, her nimette olduğu gibi bu nimetlerle de bizi sınamakta; doğru düşünce ve güzel duygulara sahip olmamızı, yanlış düşüncelerle zihnimizi, kötü duygularla da gönlümüzü kirletmememizi istemektedir. Bu bağlamda hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim, eylem ve söylemlerimizle ilgili nasıl ilkeler koyduysa nasıl doğru düşüneceğimizin ve nasıl olumlu duygulara sahip olacağımızın da yollarını göstermiştir.
Duygular ve düşünceler insanın hayatını yönlendirmede çok büyük etkiye sahiptir. Olumlu ve iyi duygular insanı hayır yapmaya sevk ettiği gibi olumsuz ve kötü duygular ise insanı kötü işler yapmaya yöneltir. Aynı şekilde doğru düşünmek insanı doğru sonuçlara, yanlış bilgilere dayalı olarak düşünmek ise kişiyi yanlış sonuçlara götürür. Dolayısıyla insanın duygu ve düşünce dünyası, en başta imar edilmesi gereken yerdir. Aslında insan, duygu ve düşüncenin doğru cihete kanalize edilmesiyle iman eder. Bu yüzden ilk inen ayetler, duygu ve düşünceyi Allah Teâlâ’nın varlığını ve birliğini tanımaya yönlendirmektedir. Öyle ki yıldızların, dağların ve diğer güzelliklerin bir yaratıcısının olduğunu düşünmek, bu varlıkların ihtişamından dolayı hayret duygusuna kapılmak bize imanın kapısını açar. Bu duygu ve düşüncelerden iman inkişaf eder.
Bizi bizden daha iyi tanıyan ve aslında benliğimizin, duygu ve düşüncelerimizin bir ürünü olduğunu bilen Rabbimiz, bu yüzden Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayeti duygu ve düşünce eğitimine yönelik olarak indirmiştir.
Serlevha yaptığımız ayet bağlamında meseleye bakacak olursak Allah Teâlâ, bu ayette herhangi bir insana verilen nimetleri ve lütufları arzu etmememizi emrederek duygularımızı kontrol altına almamızı istiyor. Zira bu duygu, haset duygusunun zeminini hazırlıyor ve haset de zamanla kullar arasında nimetlerin ve lütufların taksimini yapan Allah’a (c.c.) karşı bir isyan sürecini başlatıyor. Hz. Peygamber (s.a.s.), bu hakikati, “...Bir insanın kalbinde iman ile haset bir arada bulunmaz.” (Nesâî, Cihâd, 8) sözüyle dile getirmiştir.
Bir insanın elindeki nimetin zail olmasını isteyerek “Bende yok, onda da olmasın.” demek veya bir insanın sahip olduğu bir nimetin ondan alınıp kendisine geçmesini arzulamak yani “Bu nimet ona layık değil, bana layık.” demek olan hasedin en temel özelliği, Allah Teâlâ’nın takdirine razı olmamaktır. Zira bu nimetleri kullara bahşeden Yüce Allah’tır. Allah (c.c.), bu dünyada mal, güzellik, ilim, sağlık, itibar gibi her türlü nimeti hikmeti gereği kimine az, kimine çok verir. Bizim bu taksime itiraz etme hakkımız yoktur. Çünkü bu dünyada olan biten her şey Allah’ın dilemesi ve izniyle olmaktadır. Haset eden kişi, bu önemli gerçeği göz ardı ettiği için haset ettiği kişiden o nimetin zail olduğunu görmeden içi rahat etmez. Ne var ki kader, hasetçilerin istediği şekilde tecelli etmez ve hasetçi hasedinden kavrulup gider.
Başkalarının sahip olduğu nimetleri arzulamak nasıl hasedi doğuruyorsa haset de insanda kin duygusunu doğurur. Kin ise her türlü kötülüğün temelidir. Kalbinde kötülük barındıran kimsenin kalbinde bir bitki biter. O bitkinin tadı acı, gıdası öfke, meyvesi ise pişmanlıktır (İbn Hibbân, Ravzatu’l-ukalâ ve nüzhetü’l-füzelâ, s. 133).
Böyle bir kalpte imanın yeşermesi, kök salması nasıl mümkün olabilir?
İslam düşünce geleneğinde kalp, imanın merkezi olarak kabul edilir. İmanın kalpte yerleşebilmesi, kibir, kin, haset, düşmanlık gibi kötü duyguların oradan temizlenmesiyle olur. Bu yüzden tasavvuf erbabı, kalbi, imanın güzelliğiyle süslemeden önce kötülük adına ne varsa oradan çıkartılmasını salık verir. Şemseddin Sivasî bu hakikati şu beytinde ne güzel dile getirmiştir:
Sür çıkar ağyârı dilden (gönülden) ta tecellî ede Hak.
Padişah girmez saraya, hâne ma’mûr olmadan.
Kalbin kötü duygulardan temizlenmesi o kadar önemlidir ki bu özelliğe sahip olmak, sıradan bir Müslüman’ın yaptığı ibadet ve taat dışında fazladan bir amel yapmayan bir sahabinin cennetle müjdelenmesine vesile olmuştur. Şöyle ki bir gün Allah Resulü Medine’de ashabıyla birlikte otururken yanındakilere “Şimdi size cennet ehlinden bir adam gelecek!” buyurdu. Aynı hadise iki kez daha tekrar edince meşhur sahabilerden Abdullah b. Amr (r.a.), bu adamın neden cennet ehli olduğunu merak etti ve onun evinde üç gün misafir oldu. Cennetlik sahabinin hâlinde bir farklılık sezmeyen Abdullah b. Amr, dayanamayıp neden yanında misafir olduğunu anlatıverdi ve onu bu dereceye ulaştıran özelliğin ne olduğunu sordu. O sahabi de gördüğü dışında başka bir şey yapmadığını ifade ettikten sonra şu önemli cümleyi söyledi: “Ben kalbimde herhangi bir Müslüman’a karşı Allah Teâlâ’nın ona verdiği bir hayırdan dolayı ihanet ve haset barındırmam.” (İbn Hanbel, III, 166)
Ayete dönecek olursak nihai olarak şunu söyleyebiliriz: İnsan, fıtratı gereği mal, mülk, ilim, sağlık, başarı gibi dünyevi nimetlere sahip olmak ister. Ancak bu istekler, başkalarının sahip olduklarına göz dikerek onlardaki nimetlerin kendimize geçmesini arzu etme gibi hastalıklı bir duyguya dönüşmemelidir. Zira böyle bir duygu, Allah’ın (c.c.) takdirine karşı çıkma sonucunu doğurarak imanımızı zedeleyen bir duruma bizi götürebilir. Kur’an’ın bu konuda bize sunduğu reçete ayetin devamında verilmektedir: Kimsenin elindekine göz dikmeden istediğimiz nimetleri elde etmek için çalışıp kazanmaya gayret etmek, neticenin gerçekleşmesi için Allah’a dua etmek ve isteklerimizi ona arz etmektir.