HAKİKAT VE SAMİMİYET İLE YANILGI VE İSTİSMAR ARASINDA ŞEHİTLİK VE GAZİLİK
OkLogo

HAKİKAT VE SAMİMİYET İLE YANILGI VE İSTİSMAR ARASINDA ŞEHİTLİK VE GAZİLİK

Mustafa Irmaklı


Şehitlik ve gazilik şüphesiz İslam’ın en muazzez ve mübarek kavramlarındandır. İnsanın en değerli varlığı olan canını feda etmeyi göze alacak kadar mukaddes bir mücadeleyi göze almasını ifade eder. Farkında olanlar için bir sevdaya ve özleme dönüşür âdeta. Zira ölüm zaten bir gün gelecekse insana emanet olan canı, yüce bir mana ile teslim etmekten daha şerefli ne olabilir? Bu, yok oluşa delice gitmek değil canı, verene ve mutlak sahibine asaletle teslim ederek daha yüce mertebelere giden yolun kapılarından geçmektir. Şehadeti göze almak fedakârlığın zirvesidir. Zira insanın yaşama arzusu en güçlü duygudur. Ancak şehadetin ölümsüzlüğe gidiş olduğunu idrak edenler onu bir muştu kabul eder. Bunun içindir ki ümmetin örnek şahsiyetleri, aynı zamanda şehadet kervanının da öncüleri olmuşlardır. İslam medeniyetinin insanlığın sığınağı, adaletin ve merhametin teminatı, mazlum ve mağdurların umudu olmasında en önemli etken, başkalarının iyiliği adına, gerektiğinde canından vazgeçmeyi göze alan inancın varlığıdır.

Şehadet, dinî bir kavramdır. Şehit olmada ölçü Allah’ın rızasıdır. Hakk’ın adını yüceltme mücadelesidir. Şehadet mertebesine yükselebilmek için başta niyet ve samimiyet olmak üzere birtakım şartlar vardır. İslam’ın belirlediği hedef ve ilkeler uğruna mücadele ve bu uğurda canı feda etmek gerekir. Yine şehadet marifet ister, uğruna candan vazgeçilecek değerler iyi bilinmelidir. Şehadet feraset ister. Dolayısıyla yapılan mücadeleyi doğru anlamak hayati öneme sahiptir.

Diğer yandan yaşadığımız asırda maalesef dinî değerler üzerinden fitne, tefrika ve hatta anarşi ve terör faaliyetlerinin gündeme geldiği dikkat çekmektedir. Bu durum İslam’ın ilkelerinin ve kavramlarının açıkça istismar edilmesidir. İstismar, en yalın ifadeyle, birtakım menfaatler elde etmek için belli amaçlar uğruna hakikatin ters yüz edilmesi, kelimelerin ve kavramların amacı ve bağlamı dışında kullanılmasıdır. Kıymet ve değer ifade eden şeylerin istismarı tarihten günümüze hep var olagelmiştir. Ancak son asırda İslam coğrafyasında özellikle dinî değerler üzerinden daha yoğun bir kaos ve kargaşa yaşanmaktadır. Uluslararası kompleks sebepleri; sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik boyutları olan bu durum, dinî kavram ve değerler konusunda çok daha dikkatli ve hassas olmayı zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda önemli hususlardan biri de şehadet konusudur.

Şehitlik ve gazilik mertebesi için en öncelikli husus iman, niyet ve samimiyettir

Haddizatında niyet, İslam’da en belirleyici faktördür. Yani herhangi bir iş, eylem, ibadet ya da iyilik yapılırken Allah katında belirleyici olan niyettir. Kişi niyetine göre ahirette karşılık görecektir. Ameli makbul kılan niyettir. Öyle ki bir kimse iman bilinci ve kulluk şuuruyla iyilikler yapmaya niyet etse ve bunun için çaba gösterse arzu ettiği iyiliği yapamasa bile sevabını kazanır. Ancak başka niyet ve gaye ile çok büyük fedakârlıklar yapsa dahi niyetinde müstakim olmadığı için herhangi bir sevap kazanamamış olabilir. Nitekim “Ameller niyetlere göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır.” (Buhari, Bedü’l’vahy, 1; Müslim, İmare, 155.) hadis-i şerifi bu gerçeği açık şekilde ortaya koymaktadır. Şehit ya da gazi olabilmek için yapılan mücadelede niyet sadece Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Karşılık da sadece Allah’tan beklenmelidir. “Allah, müminlerin canlarını cennet karşılığında satın aldı.” (Tövbe, 9/111.) ayeti çok çarpıcı bir şekilde bu hakikati ifade etmektedir. Allah’ın vaadi bu kadar açık iken farklı duygulara kapılmak büyük bir talihsizlik olacaktır.

Bir bedevi, Peygamber Efendimize gelerek “Ey Allah’ın Resulü! Bir adam ganimet, dünyalık elde etmek için savaşıyor; bir başkası kendinden bahsedilsin diye kahramanlık için savaşıyor; bir diğeri de riya ve gösteriş için savaşıyor. Hangisi Allah yolundadır?” diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.s.) “Kim Allah’ın dini daha yüce olsun diye savaşırsa sadece o, Allah yolundadır.” buyurmuştur. (Buhari, Cihad, 15, Tevhid, 28; Müslim, İmare, 149-151.) İslam’ın yüce olması demek, ahlakının, ahkâmının, ilkelerinin bilinmesi ve yaşanması demektir. Zorla bir inancı dikte etmek, insanların iradelerine ipotek koymak değildir. Bütün peygamberlerin mücadelesinin özü, tevhidin tebliği, adaletin tesisi ve güzel ahlakın temsilidir.

Kur’an-ı Kerim’de, şehitlikle ilgili ayetlerde sürekli tekrar eden en hayati ifade “Allah yolunda” kaydıdır

Âdeta “fisebilillah” (Bakara, 2/154, 190; Nisa, 4/95; Tövbe, 9/111; Âl-i İmran, 3/169-170, vd..) yani “Allah yolunda” ifadesi, şehitlik ve gaziliğe ulaştıracak mücadelenin yegâne istikametini tayin eder. Şehadet gibi yüce bir mertebeye erişmenin elbette bir ahkâmının, ahlakının ve asaletinin olması gerekir. Canı, inancı, mukaddesatı, yani İslam’ın korunmasını emrettiği değerleri korumak için yapılan mücadele de bu kapsamdadır. Şehitliğin hükümleri bağlamında yapılan bir tasnife göre düşmanla savaşırken; canını, malını, namusunu savunurken veya isyancılar ve teröristler tarafından öldürülen kimselere dünya ve ahiret şehidi; hata ile veya yanarak, boğularak, doğal afetlere, salgın hastalıklara maruz kalarak ve savaşta yaralandıktan sonra öldürülenlere ahiretin şehidi denilmektedir. Bir de şehadete dair inanç ve duygu taşımayan, başka düşüncelerle hareket eden ama Müslümanların yanında görünen ve öldürülen kimseler vardır ki bunlara da dünya şehidi denilmektedir. Bunlar dünyada şehit muamelesine tabi tutulurlar ama ahirette niyetlerine göre karşılık göreceklerdir. Bütün bunlar bizlere hayatın her anında ve yaptığımız her işte niyet ve istikametimizi muhasebe etmemiz gerektiğini göstermektedir. Zira kişinin kalbiyle ilişkisinin örselendiği, imaj ve gösteri tutkusunun hayatı kuşattığı, dışa dönük hayatların öne çıktığı modern zamanlarda kalbin istikametini muhafaza etmek daha da zorlaşmaktadır.

Bir başka hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s.), çok somut bir tasvirle ahiret hayatından canlı bir tabloyu bir film şeridi gibi aktararak niyet ve istikamet konusunu bizlere net bir şekilde öğretmektedir. Söz konusu manzarada şehit, âlim ve çokça hayır hasenat yapan cömert zengin olmak üzere üç büyük fazilet ve fedakârlık sahibi kimseler vardır. Allah’ın huzuruna geldiklerinde dünyada kendilerine ihsan edilen nimetler hatırlatılır ve bu nimetler karşılığında ne yaptıkları sorulur. Şehit, savaşmış ve en aziz varlığı olan canını feda etmiştir ancak kahraman olma duygusu kalbini işgal ettiği için hiçbir sevap alamaz. Âlim kişi ilim yolunda nice fedakârlıklar yapmıştır ama şöhret olma duygusuna ve iltifat beklentisine yenik düştüğü için ahiretten nasibi kalmamıştır. Allah’ın kendisine mal mülk nasip ettiği ve servetini iyilik yolunda harcayan zengin kişinin niyet ve samimiyet karnesi ortaya çıktığında o da riya ve gösterişe esir olmuştur ve ahirette kaybedenlerden olacaktır. (Müslim, İmare, 52.) Doğrusu bu tablo dünyadaki davranışlar açısından, hassasiyet ve duyarlılık bağlamında kişiyi sarsacak, niyet ve duyguları teyakkuz hâline sabitleyecek en etkili anlatımı gözler önüne sermektedir.

Müslümanların vatanları uğruna verdikleri mücadelenin arka planında, derin bir duygu ve mana olarak sadece Allah’ın rızasını gözetme amacı vardır. Elbette niyet ve gaye, üzerinde özgürce inancın yaşanabileceği bir toprağın müdafaası ise şüphesiz bu mukaddes ve mübarek bir mücadeledir. Zira Allah’ın huzurunda kıyama durmak, imanın yolunda onurla yürümek için ayaklarını güvenle basarak özgürce yaşanacak bir vatana ihtiyaç vardır. Vatansız millet olmayacağı gibi vatansız izzet de olmayacaktır. Bu hakikatin idraki sebebiyledir ki üzerinde yaşadığımız aziz topraklar şüheda yurdudur. Geçmişten günümüze bağrında nice yiğitler taşımaktadır. Bu gazi vatan pek çok peygamberin ayak izlerine, nice sahabenin mezarlarına, büyük mücadelelerin destanlarına, kutlu insanların hatıralarına sahiptir. Yakın tarihte Çanakkale’den Maraş’a, Sakarya’dan Kars’a her karış toprağı, inancı, değerleri ve medeniyeti için feda-yı can eyleyen şühedanın kanıyla yoğrulmuştur.

Şehitlik ve gazilik yolunda mücadelenin vazgeçilmez ahlaki ve hukuki ilkeleri vardır

Uğruna can verilecek değerler hakkıyla bilinmelidir. Cehalet istismarın en müsait zeminidir. Günümüzde bilgi, emek ve fedakârlık yanında derin bir dikkat ve feraset gerektirmektedir. Çünkü bilgiye ulaşmanın teknoloji eliyle oldukça kolaylaştığı çağımızda, doğru bilgiye ulaşmak alabildiğine zorlaşmıştır. Data dünyaları içinde tam bir bilgi karmaşası yaşandığını söylemek gerçeğe aykırı olmayacaktır. Şüphesiz şehadet mücadelesinin yolu cihat ibadetidir. Allah yolunda yapılan her iş ve davranışın genel adı cihattır. Ama günümüzde İslam’ın en fazla yanlış anlaşılan ve istismar edilen kavramlarından biri de cihattır. Her şeyden önce cihat bir ahlak, merhamet ve adalet mücadelesidir. Azgınlaşan küffara ve zalimlere karşı hak ve hukuk mücadelesidir. Cihat bir şiddet değil şefkat kavramıdır. Öldürmek değil yaşatmak mücadelesidir. Tehdit etmek değil güven vermektir. Cihadın en ileri boyutu olan fiilî mücadelenin yani savaşın bile güçlü bir hukuku vardır. Mesela kadınlara, çocuklara, yaşlılara, mabetlere ve mabetlerde ibadet edenlere dokunulmaz. Müslümanlara karşı savaşanlarla savaşılır. Şehadet ve cihat gibi etkileyici kavramların peşinden gidenler, bu kavramı kullananları yakından tanımak zorundadır. Nitekim İslam diyarlarını, Müslüman beldelerini yakıp yıkan eylemler asla cihat ve şehadet gibi mübarek kavramlarla meşrulaştırılamaz. Bugün İslam sloganları ve Müslüman kisvesiyle sürekli Müslümanları hedef alan, tehdit eden, hiçbir ahlaki ve hukuki ilke gözetmeden katliamlar yapan kişi ve gruplar en büyük kötülüğü ve zararı Müslümanlara ve İslam kimliğine vermektedir.

İslam toplumları kendi iç meselelerini tefrika ve anarşiye dönüştürmeden aklıselim ile çözmek zorundadır. Müslüman toplumların kendi içinde birbirlerine karşı bir mücadeleye girişmesi, gerekçesi ne olursa olsun hiçbir zaman makul görülmemiştir. Ayrıca yakın tarihe bakıldığında açıkça görüldüğü üzere İslam dünyasında dinî slogan ve iddialarla şiddete başvuran tüm hareketler Müslümanlara zarar vermiştir. Başarılı da olamamıştır. İslam karşıtı küresel projelere malzeme olmuştur. Nitekim İslam dünyasının özellikle işgal bölgelerinde ortaya çıkan şiddete dayalı radikal yapılar bilerek ya da bilmeden emperyalizmin politikalarına hizmet etmektedir.

Müslümanlar yaşadıkları toplum içinde inancını yaşama mücadelesini kesinlikle şiddete başvurmadan, ahlak ve hukuk içinde ve en güzel yöntemle yapmak mecburiyetindedir. Haddizatında inancı, ırkı, coğrafyası ne olursa olsun İslam düşüncesine göre suçsuz insanlara zarar vermek, masumların canına kast etmek meşru değildir. İslam davasına gönül verenlerin yapması gereken insanları tehdit etmek değil insanlığın her bir ferdine İslam’ın merhamet dünyasını, üstün ilkelerini etkileyici bir nezaketle ve samimiyetle en doğru şekilde ulaştırmaktır. Dolayısıyla dünyanın neresinde olursa olsun, masum insanların canına, malına, aklına ve temel özgürlüklerine kasteden hiçbir eylem, yaklaşım, söylem ve politikanın İslam’dan referans bulması mümkün değildir. Şiddete dayalı terör örgütlerinin istişhad çağrıları ve söylemleri, intikam duygusuyla yapılan intihar saldırıları da bu kapsamdadır. Bu tür olumsuz yaklaşımları dinî argümanlarla meşrulaştırmaya çalışmak ya cehaletin ya da bilinçli bir istismarın göstergesidir.

Diğer yandan İslam’ın ilkelerinin kuşatıcılığında ümmetin tamamını içine almayan, parçacı, fırkacı bir yaklaşımla mensubiyet fanatizmi yapan anlayışların din algısı sorunlu olduğundan şehadet tasavvuru da yaralıdır. Özellikle hakikat tekelciliği ile kendini merkeze alan ve kendisi gibi düşünmeyen herkesi inancın dışına çıkartan yaklaşımlar problemli olmanın yanında ciddi bir tehlikedir. Bu tür anlayışların, sözün efsununa sığınarak şehadet kavramını ve duygusunu gelişigüzel kullanmaları, kendi özel gündemleri ve planları için istismar etmeleri Müslüman bilincinde ve toplumda onulmaz yaralar açmaktadır. Açıkça ifade etmek gerekir ki insanların ve bilhassa genç nesillerin samimi inancını ve şehitlik duygusunu fitne, tefrika veya kişisel çıkarlar için kullanmak aynı zamanda dinî, insani, vicdani ve hukuki açıdan büyük bir suçtur. Şehadet arzusunu yüreğinde bir muştu gibi taşıyan yiğitler de büyük bir şuur ve hassasiyetle istismarcı yapılara karşı bilinçli olmalıdır.

Bir başka önemli husus ise şühedanın ardından onların manevi mirasına, geride bıraktıkları yakınlarına ve gazilere yönelik faaliyet yapanlar büyük bir ciddiyet, hassasiyet ve sorumluluk bilinciyle hareket etmelidir. Bu alanda en küçük ihmal, dikkatsizlik, hata, menfaat elde etme çabası ve gayenin dışına çıkmanın şüphesiz Allah katında vebali çok büyüktür.

Ne mutlu en aziz varlığını, can emanetini, tertemiz bir yürek, müstakim bir niyet ve örnek bir ahlak ile teslim edenlere. Tüm şühedanın ruhları şâd olsun.


Mustafa Irmaklı