DİRİLİŞ ŞAİRİ: SEZAİ KARAKOÇ
OkLogo

DİRİLİŞ ŞAİRİ: SEZAİ KARAKOÇ

Şule Tüzün


Şair, yazar, mütefekkir

Sezai Karakoç’u Prof. Dr. Hicabi Kırlangıç’a sorduk…

Yakın zamanda ebediyete uğurladığımız, düşünce tarihimizde ve şiirimizde çok özel bir yeri olan Sezai Karakoç’un hayatınızdaki yerinden bahseder misiniz?

Sezai Karakoç, şiirleriyle ve fikirleriyle Türkiye’de iz bırakan, birçok kesimi etkileyen ve şiirimize yön veren bir şahsiyettir. Şiirle ünsiyeti bulunan bir genç olarak benim Sezai Karakoç ile tanışmam onun şiirleri vasıtasıyla oldu. Henüz ortaokul öğrencisiyken kitaplardan Yunus Emre ve Mehmet Âkif okurken dergilerden hangi şiiri gördüysem onu okuyordum. Bu sırada Sezai Karakoç’un bir şiir kitabıyla karşılaştım. Şiirler III (Körfez-Şahdamar-Sesler) diye hatırlıyorum bu kitabı. Orada özellikle “Köpük” şiirini defalarca okumuştum içinden çıkamadan. Sonra başka şiir kitaplarına ulaştım Sezai Karakoç’un. Daha sonra düşünce yazılarını, Sütun’ları, Çağ ve İlham’ları okudum, ilk zamanlar pek anlayamasam da. Bir şekilde yön vericiydi benim için. Özellikle şiirlerinin, şiire bakışımın şekillenmesinde büyük etkisi olmuştur. Sezai Karakoç, bana ulaşılabilir gelmiyordu ve bu yüzden kendisini ziyaret etmeye hiç cesaretim olmadı. Fakat her zaman bir usta gibi gördüm onu. Şiir için bu daha da belirgin bir hissedişti. Sezai Karakoç, herkesin saygı duyduğu, tasdik ettiği bir şair. Onun duruşu, tavrı, kimi hâl ve gidişlere dair yaptığı eleştiriler hep saygıyla karşılanmıştır. Kendisi kimseyi isim vererek eleştirmese de onun eleştirilerinin muhatabı olan zihniyetlere sahip kişiler de ona hep saygı duymuşlardır, burası oldukça manidardır. Hayatımın sonraki dönemlerinde de Sezai Karakoç hep üst konumda oldu benim için. Onun Yunus Emre ve Mevlana değerlendirmeleri bana yol gösterdi meselâ.

Sezai Karakoç, ufku geniş bir düşünce adamıdır fakat her şeyden önce o, yirminci yüzyıl Türkiye şiirine yeni bir açılım getiren büyük şairdir. Onun şairlik yönünü bize biraz açar mısınız? 

İlk eserlerinden son eserlerine dek güçlü ve yeni bir şiir inşa eden ve geçmişle gelecek arasına şiir köprüleri kuran Sezai Karakoç, şiirde ihya edici bir şahsiyettir. Onun ihya ediciliği, eski şiiri eski yapısı ve özellikleriyle diriltmek, bugüne taşımak ve öylece sürdürmek değildir. O, eski şiir ruhundan aldığı özü bugünün şiir bedenine üflemiş bir şairdir. Onun şiiri tam anlamıyla yeni iken aynı zamanda şiiri farklı ve şaşırtıcı bir şekilde eski köklerine bağlamıştır. Karakoç, Leyla ile Mecnun’la da eskiyle yeni arasında farklı ve özgün bir köprü kurmuştur. Hızır’la Kırk Saat, Taha’nın Kitabı ve Leyla ile Mecnun, mesnevi geleneğinin bambaşka bir kalıp ve söyleyişte devam ettiğinin göstergeleridir bir bakıma. O; eski şiiri kavrayan, tanıyan ve yaşatan fakat tekrar etmeyen bir şairdir. Sezai Karakoç, şekil ve söyleyiş olarak tamamen yeni olmakla birlikte geçmiş geleneği de sürdüren bir şair olarak öncelikle kendi zamanının şairlerine, sonrasında da yeni nesil şairlere yeniliğin nasıl olması gerektiğini şiirleriyle göstermiştir. Kendisi manevi olarak farklı bir yerde durduğunu tekit etmek için İkinci Yeni şiiriyle bağının olmadığını belirtse de İkinci Yeni şiiri doğuş ve gelişimini büyük ölçüde Sezai Karakoç’a borçludur. Tek cümleyle diyebilirim ki Sezai Karakoç, şiirin dirilişine öncülük etmiştir.

Sezai Karakoç, varlığa ve insana bakışını diriliş kavramı üzerinden anlamlandırmaya çalıştı. Karakoç ve diriliş desek neler söylemek istersiniz?

Şiirden söz ederken Sezai Karakoç’un şiirimizi, bir anlamda ihya ettiğine, dirilttiğine vurgu yaptım. Diriliş kavramı onda kapsamlı bir kavramdır. Bu kavram, hayatın bütün alanlarını kapsayacak genişliktedir aslında. Diriliş, bir nevi tecdit yani düşünceyi ve pratiği yenileme, mihverinden çıkmış ve savruluş hâlinde bulunan düşünme ve fikir nizamımızı bilinçli bir kavrayışla asıl mihverine yeniden yerleştirme eylemidir. Özellikle şiir dışındaki eserlerinde bu kavramı etraflıca işlemiştir Sezai Karakoç. Şiirlerine de bunun kokusu ve rengi sinmiştir. Dolayısıyla onun şiiriyle fikrî eserlerini aynı çerçevede değerlendirmek gerekir. Sezai Karakoç, bizim bir uyku hâlinde olduğumuzu -ki uyku da bir nevi geçici, sınırlı süreli ölümdür- söyler ve uyanmanın gereklerini vurgular. Onun gözünde yeni bir nesil vardır, diriliş neslidir bu. Aslında Sezai Karakoç, diriliş kavramına verdiği anlamlarla bize bir kor parçası getirmiştir ateş yakmamız için. O ateşi yakmak, yaktığımız ateşle toplumu ısıtmak, o ateşte yemeğimizi hazırlamak bize kalmıştır.

Sezai Karakoç’u öne çıkaran özelliklerden biri, hayatının düşüncesini desteklemesiydi. Mülksüz mülkiyeli olarak da bilinen Karakoç’un biraz da ahlakından bahsetseniz?

Sezai Karakoç Mülkiye Mektebinde (Siyasal Bilgiler Fakültesi) okudu belirttiğiniz gibi. Maliye alanında yetişti. Bu alanda da çalıştı. Hatta ekonomi konusunda eserler verdi. İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü onun bu alandaki birikim ve düşünüşünün sonuçlarından sadece biri. Böyle olmakla birlikte Sezai Karakoç, azla yetinen bir bireydi. O, geçim telaşı yüzünden fikir eylemini geri plana atmayı içine sindirememiş olmalı diye düşünüyorum. Sanırım bu kaygıyla hayatında yalnızlığı seçti. Toplum içindeydi fakat yalnızdı. Bir aile kurmamıştı ama içinde yaşadığı toplumun dertleriyle dertlenen bir aile reisiydi belki. Aslında bu konuda çok fazla bir şey söylemeye gerek olmadığını düşünüyorum. Sadece şunu söyleyebilirim: Sezai Karakoç, dünya hayatının, kendisine gereğinden fazla nüfuz etmesine izin vermeden yaşadı. Seçtiği yol zor bir yoldu. Onun hayatından kendimize bazı ilkeler derleyebiliriz. Onun gibi yaşamaktan söz etmiyorum bu arada. Onun bazı tavır ve duruşlarından kimi yönleri anlayabilirsek kendi hayatımızı hayra sevk etmede ileri adımlar atmış oluruz. Onun şahsında somut olarak beliren izzet, kanaat, fakr gibi yönler bize çok şey öğretebilir.

O, daima meselesiyle meşgul olarak yeni akımlara ve heyecanlara kapılmadan davası için yaşadı. Onun ömrünü adadığı büyük davası nedir? Karakoç bize ne söylüyor, kısaca anlatır mısınız?

Daha önce de dolaylı olarak belirttiğim gibi o, diriliş neslini yetiştirmeye hasretmişti hayatını. İslam’ın doğru anlaşılması, köklerin iyi tanınması, geleceğe hazırlanmak. İslam ümmetini bölen suni sınırları aşan bir düşünüşe erişmek. Kısacası bulunduğumuz yerde ve zamanda toplumun maslahatını öne çıkarmak, bir nevi kendinden fariğ olmak ülküsü ondan bize miras kaldı, yararlanabilirsek.

Ülkemiz tarihinde önemli yer tutan, derin ilmi sayesinde gidişatımıza yön veren bir isim Sezai Karakoç. Buradan yola çıkarak onu okumaya nereden başlamalı ve gençlerimiz onun hangi yönlerini örnek almalıdır?

Şiirle ilgilenenler için kısa şiirlerinden başlamak yararlı olabilir. Gençler “Monna Rosa”yı okurlar zaten. Aslında burada bir ayrım yapmadan bütün şiirlerini okumak önerilebilir. Açıkçası Sezai Karakoç eserleri için bir okuma kılavuzum yok. Bir sıra takip etmek de gerekmez aslında. İlk başta onun şiirlerine nüfuz etmek zor gelebilirse de nüfuz söz konusu olmaksızın da bizde tanımlanması zor bir tat kalacaktır. Fikir eserleri için kısa yazılarından işe başlamayı düşünebiliriz. Samanyolunda Ziyafet mutlaka okunmalı. Oruçla ilgili yazısı mesela. Onun Mehmet Akif kitabı, Mehmet Akif’i tanıyıp anlamamızda ufuk açıcıdır. Hacmi küçük olması nedeniyle okunması rahat ama buna karşılık bizi düşünce bakımından besleyecek bir eser. Yunus Emre kitabı için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Ben Sütun, Çağ ve İlham kitap serisinden çok yararlandım gençlik yıllarımdan bu yana. Aynı şekilde Edebiyat Yazıları da edebiyata yönelenler için çok yararlı, yol gösterici ve yön verici olduğu kadar kültürel beslenmeyi amaçlayanlar için de öğreticidir.

Sezai Karakoç Kimdir?

Şair, yazar, mütefekkir Sezai Karakoç, 22 Ocak 1933 tarihinde Ergani / Diyarbakır’da doğdu. Babası Yasin Bey, Birinci Dünya Savaşı sırasında Kafkas Cephesi’nde çarpışırken Ruslara esir düşmüş olan orta hâlli bir tüccardı. Annesi Emine Hanım ev hanımıydı. Sezai Karakoç’un çocukluğu Ergani, Maden ve Piran’da geçti. İlkokulu Ergani’de bitirdi. Ardından Maraş Ortaokuluna parasız yatılı olarak kaydoldu. 1947 yılında Gaziantep’te, yine parasız yatılı olarak lise öğrenimine başladı. 1950 yılında Gaziantep Lisesini, 1955 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümünü bitirdi. İlkokul, ortaokul ve lise yıllarında okulun en dikkat çekici öğrencisi oldu. Ortaokuldayken Namık Kemal, Ziya Paşa, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp okuduğu, bildiği yazarlar arasındadır. Lisede okuma listesine Batı klasiklerini de ekledi. Üniversite öğrenimine başladığında Doğu ve Batı klasiklerinin çoğunu okumuştu. Üniversite öğrenimi sırasında, daha birinci sınıftayken asistanlık teklifi aldıysa da bu teklifin üzerinde durmadı. Büyük Doğu’yla ise ortaokul yıllarında tanışmıştı. Ortaokul ve lise yıllarında tutkulu bir Büyük Doğu okuyucusu oldu. 1950’li yıllarda bizzat tanıştığı Necip Fazıl’dan ömrü boyunca ayrılmadı. Siyasal Bilgiler Fakültesinden sonra, 30 Kasım 1955 tarihinde Maliye Bakanlığında, Hazine Genel Müdürlüğü Dış Tediyeler Muvazenesi bölümünde çalışmaya başladı. 11 Ocak 1956’da maliye müfettiş yardımcısı oldu. 3 Şubat 1959’da gelirler kontrolörü olarak İstanbul’a atandı. Görevi gereği yurdun birçok yerini görme imkânı buldu. Monna Roza, Diriliş Neslinin Âmentüsü, İslamı’ın Dirilişi gibi çok sayıda eser kaleme alan yazar 16 Kasım 2021’de İstanbul’da vefat etti.

Karın yağdığını görünce

Kar tutan toprağı anlayacaksın

Toprakta bir karış karı görünce

Kar içinde yanan karı anlayacaksın

Allah kar gibi gökten yağınca

Karlar sıcak sıcak saçlarına değince

Başını önüne eğince

Benim bu şiirimi anlayacaksın


Şule Tüzün