ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞI
OkLogo

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞI

Eyüp Demir


Viyana Sefiri Hüseyin Hilmi Paşa, Osmanlı Hariciye Vekâletine gönderdiği 26 Temmuz 1914 tarihli telgrafta Bosna’da öldürülen Avusturya veliahdının katlinden sorumlu devletin Sırbistan olduğunu ve Bosna’nın Sırbistan’a sekiz saatlik bir ültimatom verdiğini bildiriyordu. Bunun anlamı, yıllardır savaş için hazırlık yapan iki kutuplu dünyanın artık dönüşü olmayan bir yola girmesi, çatışma için beklenen kıvılcımın ortaya çıkmasıydı. Bu olaydan birkaç gün sonra İtilaf ve İttifak bloğunu oluşturan devletler birbirlerine savaş ilanında bulunmaya başladı.

Osmanlı Devleti bu savaşta yer almak istemiyordu ama Batılı emperyalist devletlerin amaçlarından birisi de artık “hasta adam” adını verdikleri Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak ve Osmanlı’nın hüküm sürdüğü geniş topraklarda söz sahibi olmaktı. Osmanlı Devleti mutlaka savaşa dâhil edilmeliydi, bunun için bir fırsat, bir bahane aranıyordu. Nitekim 11 Kasım 1914 tarihli Hariciye Nezaretine gönderilen telgrafta, Karadeniz’de tatbikat icra eden bir grup Osmanlı savaş gemisinin, Karadeniz Boğazı’na torpil dökmekle görevlendirilen Rus gemilerine müdahalesiyle birlikte önce Rusya’nın daha sonra da İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettikleri, Çanakkale ve Akabe bölgelerinde saldırıya geçtikleri, bunun üzerine de Padişah Mehmed Reşad’ın irade-i seniyesiyle yukarıda adı geçen üç devlete savaş ilan edildiği belirtiliyordu. (T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 2013, Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, s. 90.) Osmanlı Devleti savaş ilanıyla kalmamış, Meşihat (Şeyhülislamlık) makamınca bütün Müslümanlara hitaben Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi maharetiyle cihat fetvası yayımlatmıştır. Hayri Efendi, İslamiyet aleyhine saldırıların başladığını ve İslam memleketlerinin tehlikede olduğunu, bütün Müslümanların üzerine cihadın farz olduğunu ifade ettikten sonra genç, ihtiyar bütün Müslümanların malları ve canlarıyla savaşmalarının farz-ı ayn olduğunu belirtmiştir. (T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü (2013) Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, s. 92.) Balkan Savaşlarının ortaya çıkardığı ekonomik ve askerî ağır tahribatı üzerinden atamayan Osmanlı Devleti hiç beklemediği bir anda kendisini yeniden savaş içinde bulmuş, iki kutuplu dünyada yalnızlıktan kurtulmak için ittifak arayışlarına girişmiş, başarısız olunca da mecburen İngiltere, Fransa ve Rusya’nın karşısındaki en büyük devlet olan Almanya’nın yanında savaşa dâhil olmuştur.

Cihat fetvasının yayımlanmasından sonra ülkede seferberlik ilan edilmiş, yıllardır savaşlardan başını kaldıramayan Osmanlı vatandaşları bu çağrıya kulak verip büyük bir fedakârlık göstererek cephelere akın etmişlerdir. Anneler babalar çocuklarını, dedeler neneler torunlarını, can parelerini belki de dönmemek üzere cepheye yollayarak “Ezan dinecekse, bayrak inecekse sen de git, gerekirse öl ama dönme!” diyerek onlara telkinde bulunuyorlardı.

Osmanlı Devleti’ni “hasta adam” olarak tanımlayan düşman devletleri, zamanın en güçlü ve gelişmiş silahlara sahip binlerce kişilik ordusuyla Çanakkale Boğazı’na dayanmış, İngilizler için meşhur olan “beş çayı”nı İstanbul’da içmek için hazırlıklarını yapmışlardı. “Şark sorunu” olarak ifade ettikleri; Türkleri önce Avrupa’dan, sonra Anadolu’dan, daha sonra da ortadan kaldırmak için yaptıkları planın artık son aşamasına gelmişlerdi.

6 Mart 1915 tarihinde Çanakkale Boğazı’na doğru ilerleyen düşman kuvvetleri, Çanakkale’ye gelmeden önce İzmir sahillerini bombalamış, bu saldırıda dört vatandaşımız şehit olmuş ve yedi vatandaşımız da yaralanmıştı. Bu sırada Çanakkale Boğazı’nda keşif yapan bir düşman uçağı da düşürülmüştü. (T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 2013, Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, s. 163.) İlerleyişlerini sürdürerek Çanakkale Boğazı’na ulaşan düşman filosu 9 Mart 1915’te Seddülbahir siperlerini şiddetli bir saldırıya maruz bırakmıştı. Çıkan sisten istifade eden kahraman askerlerimiz, kurduğumuz torpil hattını yok etmek isteyen düşman kuvvetlerini, bataryalarımızdan yapılan ateşle engellemişti. O tarihlerde İtilaf devletleri içerisinde yer alan Rusya’da iç karışıklıklar başlamış, tarihler 11 Mart 1915’i gösterdiğinde İngilizler ve Fransızlar Rusya’nın tek taraflı barış istemek durumunda kalacağı endişesiyle boğazı zorlamaya başlamışlardı. Saldırıların en fazla arttığı gün şüphesiz ki 18 Mart 1915 günüydü. Bu tarihte gelen ilk bilgilere göre müttefikler öğleden evvel Çanakkale Boğazı’ndaki bataryalara karşı şiddetli saldırı başlatmışlardı. Bu saldırılara karşılık veren topçularımız öğleden sonra saat ikide Fransız Bouvet zırhlısını batırmışlardır. (T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, 2013, Osmanlı Belgelerinde Birinci Dünya Harbi, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, s. 166-169.) Yine Dâhiliye Nezaretine gelen telgrafa göre aynı gün saat on bir sıralarında düşmana ait on üç adet büyük savaş gemisi, Dardanos, Hamidiye ve Rumeli tarafındaki Mecidiye tabyalarını sekiz saat süreyle bombalamıştır. Bombalama neticesinde şehre isabet eden mermiler nedeniyle üç yerde yangın çıkmış, yüz elli hane yıkılmış ve üç vatandaşımız şehit olmuştur. Bu saldırılara verilen karşılıkta, düşman donanmasındaki topçu atışlarından kaçarken mayına çarpan Irresistable, Mecidiye Tabyası’ndan Seyit Onbaşı’nın attığı 215 kiloluk mermiyle ağır yara alan Ocean ve yukarıda adı geçen Bouvet gemileri batırılmıştır. Batan gemilerin dışındaki Inflexible, Agamemnon, Goulois ve Souffren ağır yara alarak boğazı terk etmek zorunda kalmışlardır.

Bu zafer Osmanlı coğrafyasında ve İslam dünyasında büyük bir sevince neden olurken düşman cenahında büyük bir hayal kırıklığına sebep olmuştur. Emperyalist devletler, son darbeyi vurmak istedikleri Osmanlı Devleti’nden büyük bir darbe yemiştir. Bu zafer sonucunda Rusya’ya yardım götürülememiş, savaşın süresi uzamıştır. Çanakkale Boğazı’nı geçemeyeceğini anlayan İtilaf kuvvetleri 25 Nisan’da başlayacak olan kara harekâtına kadar yeniden hazırlıklara başlamışlardır. Mehmet Akif’in;

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...

Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;

Çanakkale şiirinde belirttiği gibi Türk askeri İslam’ı kuşatmış olan bu şiddetli karanlık ve hüsrana izin vermemiş, o çemberi paramparça ederek düşmanlarına karşı büyük bir darbe vurmuştur.


Eyüp Demir