OkLogo

BAYRAMLARIN HAYATIMIZDAKİ YERİ

Doğan Hızlan

Ramazanları bilmeden bayramları anlatmak bence yetersizdir. Osmanlı İmparatorluğu’ndan bugüne bir tarih özeti şarttır. Çünkü ramazan, bayrama hazırlık günleridir. Ben Osmanlı İmparatorluğu’ndan bugüne kadar ramazan ve bayram üzerine yazıları okumaktan büyük haz duyarım.

Ramazan geldiğinde şehrin havasında esen uhrevilik hepimizi etkiler. Ramazanda açılan Yayınlar Fuarı, önce Sultanahmet Camii Avlusu’nda, sonra da Beyazıt’ta kurulmuştu. Oraya mutlaka uğrar kütüphanemdeki eksik din ve tasavvuf üzerine kitapları alırdım. Sultanahmet Meydanı’ndaki çeşitli dükkânları da ziyaret ederdim. Her dükkânı inceler, baklavacının önünde durur baklava yerdim. Ramazanda yıllar önce hazır pideler alınmaz, evden malzemesi fırına götürülür pişirtilirdi. Yumurtalı, kıymalı olanları çok severdim.

Süheyl Ünver’in Ramazan için yazısı ne kadar da isabetli bir görüştür: “Türkler bir Ramazan medeniyeti kurmuştur. İşte bu medeniyet Türk halkının şiir ve edebiyatına da sirayet etmiştir.” Benim gibi hayatı edebiyattan takip eden biri için geçerli bir teşhistir. Bütün ailem İstanbul’da yaşadığı için Bayram ziyaretlerimizin en uzağı, Kadıköy, Kartal, Suadiye, Pendik gibi banliyöler ve Adalar’dı. İstanbul’da yaşayan biriyseniz, gayrimüslimler de Bayramımızı kutlarlardı. Ailemde husumet, küsme, kırgınlık olaylarına pek rastlamadım. Ailenin büyüğü anneannem olduğu için evimizde mükellef sofralar kururlardı. Gelenler, önce akşam çayını içerler, sonra da akşam yemeğine kalırlardı.

Bayram günlerinde aile içinde bir dargınlar barışmasına şahit olmadım. Ancak iletişimin sadece sabit telefonlara bağlı olduğu yıllarda buluşmalarda hasret giderilirdi. İkramlar içinde, fondan, lokum, badem şekeri, tatlı mutlaka bulunurdu. Üstelik şeker bayramında, herkese de bir kutu çikolata veya başka tatlılar da götürülürdü. Ramazan bayramları, Ahmet Semih Mümtaz’ın kitabından okudum. Sultan’ın, ve diğer yetkililerin Bayram kutlama törenlerini okurken saygı ve ritüel beraberliği çok hoşuma gidiyor. İki yakada oturanlar, kayıklarla gidip gelirlerdi. Kayıklar Boğaz iskelelerine yanaşırdı. Yazar, baklavaların lezzetini anlatırken, hanımların kıyafetine de değinir. Aileler ev buluşmalarında, hal hatır sorarlar, adeta bir yılın dökümünü dile getirirlerdi. Bir yıl içinde aranmayanlar birbirlerine sitem ederlerdi, bu yeniden bir dostluğun kurulmasını sağlardı.

Benim ilk antolojimin adı da; “Bayram Gömleği” idi, kitaba adını veren de rahmetli Hulki Aktunç’un aynı adlı hikâyesindendi. Süheyl Ünver’in dediği gibi, edebiyat bize bayramın dinî olduğu kadar hayatımızın içindeki belirleyici yerini de yansıtıyordu. Ben iki şiiri unutamam, birçok mısraı da hafızamdadır. Yahya Kemal Beyatlı’nın Nihat Sami Banarlı’ya ithaf ettiği, “Atik Valde’den inen sokakta” ikincisi de “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”. Bayramların vazgeçilmezi de tebrik kartlarıydı. Onların da bir özelliği vardı, hafif kırgınlıkları giderir, dostluğu, sevgiyi pekiştirirdi. Kurumlar antetli kartlar ve zarflar bastırırlardı. Ben o alışkanlığı da doğrusu severdim. Çünkü birçok kişi, sevgisini, özlemini o kartlar aracılığıyla ulaştırırdı. Şimdi telefonlarımızdan, bir tane örnek yazıyorsunuz, binlerce kişiye gönderiyorsunuz. Bana biraz garip geliyor. Çocuklar için bayramın terbiye edici, örnek alınacak yanları da vardı. Görerek edinilen bir eğitimdi bayramlar. Evvel Zaman İçinde İstanbul Ramazanları’ndan bir alıntı: “Esasen her gün saray mutfaklarında pişen yemeklerin fazlası Beşiktaş evlerinde ocak yaktırmaz olmuştu.” Bayram kutlamaları, Dolmabahçe Sarayı’nın muayede salonunda yapılırdı. Kıyafetlere verilen önem, Bayramın bir başka anılması gereken yanıydı.

Bayram, edebiyatımıza nasıl geçmişti?
Bazı yazarları rahmetle anarak, bize bayramları daha içten sevmemizi, daha da yaşamımıza sinmesini gerçekleştirdiler. Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf’da ne yazmış: “Bu küçük şehirlerin yeknesaklığını değiştiren nadir hadiselerden biri de bayramlardı, hele ramazan bayramı, bir aylık bir bekleyiş ve hazırlıktan sonra geldiği için, o nispette coşkun olurdu.”

Füruzan’ın “Edirne’nin Köprüleri”nde duyarlı bir bayram günü: “Bayram dediğin, iyiliklerimizi pekiştirmek değil midir, diyordu ninem. Bu da biz bize olamaz. Olmalı başkaları, bakmalıyız ne kadar severiz onları ve seviniriz onlar için.”

Safiye Erol’un hatırlatmalarına bütün kalbimle katılıyorum:“Meselâ ben İstanbul’un asrîleşirken mânevî huzur sahalarını ve eski rehavet köşelerini kaybetmesine gönülce razı değilim. Ramazanlarda eski halâvet kalmadı, kandiller arada söndükçe çakıp geçiyor, bayramlar şevksiz ve yorucu oldu, şöyle bir tatlı kalıba giremiyor. Orta oyununu da unuttuk, Karagöz’le Hacivat Çelebi’yi de küstürdük.”

Orhan Kemal, hayatın nasıl akıp geçtiğini bayramı anarak anlatıyor: “Ramazanlar gelir, bayramlar gelir, toplar atılır, analı babalı çocuklardan birçoğu, allar, morlar, sarılar, yeşiller içinde birer türkü gibi cıvıldaşır… Bayramlar gider, ramazanlar gider, yine eski günler, yine her zamanki günler gelir.” İstanbul’u yazan birçok usta, bayramı yazdı, onları edebiyata aşina olanlar bildiği için tekrarlamadım.

Dilerim hepimiz mutlu, sağlıklı bayramlar idrak ederiz.


Doğan Hızlan