ÂL-İ İMRÂN’IN NADİDE ÇİÇEĞİ: HZ. MERYEM
OkLogo

ÂL-İ İMRÂN’IN NADİDE ÇİÇEĞİ: HZ. MERYEM

Halime Karabulut


Hz. Meryem’i kerim kitabımızda öven Yüce Allah (c.c.), onu bizlere bir delil ve örnek yapmıştır. Kur’an’da adı geçen peygamberlerin ekseriyetinin anıldığı Enbiya suresinde Hz. Meryem de zikredilmiştir. “Irzını korumuş olan kadını da (Meryem’i de) hatırla. Ona ruhumuzdan üflemiştik. Kendisini de oğlunu da âlemlere (kudretimizi gösteren) birer delil yapmıştık.” (Enbiyâ, 21/91) Hz. Meryem, Kur’an’da adı anılan tek kadındır. Ayrıca adına müstakil bir sure vardır. Meryem suresi… Bizlere güzel bir örnek olarak sunulan Hz. Meryem kimdir? Rabbinin sözlerini tasdik eden ve içtenlikle itaat eden bir kul olarak ondan alacağımız dersler nelerdir?

“Melekler şöyle demişti: Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni bütün dünyadaki kadınlara üstün eyledi.” (Âl-i İmrân, 3/42) Meleklerin verdiği tek müjde bu değildi elbet. Fakat Yüce Allah’ın Hz. Meryem’den razı olduğunun apaçık beyanıydı bu. Peki neydi Hz. Meryem’i üstün kılan? Bu sorunun cevabını yüce kitabımızın Tahrîm suresinde çok açık bir şekilde görüyoruz. Ayette: “İmrân kızı Meryem’i de (misal vermiştir): O, iffetini çok iyi korumuştu, biz de ona ruhumuzdan üfledik; o, Rabbinin sözlerini ve kitaplarını hep tasdik etti ve o içtenlikle itaat edenlerdendi.” (Tahrîm, 66/12)

Allah’ın övdüğü bir kadın olarak Hz. Meryem’in çocukluğu, gençliği ve yetişkinliği nasıl geçti? İmrân ailesinin nadide bir ferdi olarak bize hangi mesajları veriyor?

Hz. Meryem küçük yaşından itibaren eğitim ve ibadet mekânı olan mabette, Beytülmakdis’te yetişir. Annesi Hanne, bir çocuğu olması hâlinde onu mabede adayacağını söyler. Hanne, kız doğurunca mabede alınamayacağından endişelenir. Çünkü gelenekte sadece erkek çocukları mabede adanırdı (Bkz. Kur'an Yolu Tefsiri, c.1, s. 548-549). Fakat buna rağmen adağını gerçekleştirir. Kur’an’ı Kerim’de bu adayış kıssası şu şekilde geçmektedir: “Onu doğurunca dedi ki: ‘Rabbim! Onu kız doğurdum. -Oysa Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilmektedir.- Erkek de kız gibi değildir. Ben onun adını Meryem koydum, işte ben onu ve soyunu kovulmuş şeytana karşı senin korumana bırakıyorum.’ Bunun üzerine Rabbi ona hüsnükabul gösterdi ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriya’yı da onun bakımı ile görevlendirdi…” (Âl-i İmrân, 3/36-37)

Hz. Meryem, annesinin kendisine koyduğu ismiyle müsemmaydı. Meryem, “Rabbin hizmetinde olan” (Şevkânî, I, 372) ve “Allah’a kulluk eden” (Zemahşerî, I, 186) demekti. Annesinin adağı da duası da kabul olmuştu. Üstelik Yüce Allah (c.c.), Zekeriya’yı (a.s.) da onun bakımıyla görevlendirmişti. Yani o, bir peygambere talebe olmuştu. Hz. Meryem, Allah’ın kendisi için takdir ettiğini, gönül rahatlığıyla kabul edendi. O, mabette huzurluydu. Çoğunlukla ilim tahsili ve ibadetle meşguldü. Oruç, Meryem’in narin bedeninde can buluyordu. Söz onun dudaklarında susup oruç oluyordu. Gerektiği kadar dönerdi dili. Çoğunlukla gözleri konuşur, hâl diliyle insanların sinesine mesajını iletirdi. Sözünden incinen, yürüyüşünden irkilen olmadı. Ekmeğini insanlarla paylaştıkça Allah tarafından en temiz nimetlerle rızıklanıyordu. Afife bir genç kız olarak Meryem, Mesih’i rahminde taşıma şerefine de erişecekti. Mabet, o dönemin din alanında en yüksek mektebi oluyordu. Meryem hem ilimde hem de mabetteki diğer hizmetlerde en çalışkanıydı. O, günlük polemik ve çıkar hesaplarından bir hayli uzaktı.

Hz. Meryem, evvela hür bir insandı. Allah ile arasında hiçbir engel yoktu. Dünyalık ayak bağlarından aklını ve ruhunu kurtarmıştı. Allah’tan gayrısının takdiri yahut kınaması tavrında zerre değişime sebep olmamış, Allah’ın emrettiklerini yaparken “Sonuç ne olacak?” diye bir soru sormamıştı. “Ey Meryem! Rabbine divan dur. Secde et ve (O’nun huzurunda) rükû edenlerle beraber rükû et” (Âl-i İmrân, 3/43) denildiğinde kadınların eşiğine ayak basamadığı mabede girmek için bir an tereddüt etmemiş, emre anında itaat etmişti. İsteyen Allah olunca hiçbir şey engel olamazdı. Gelecek kaygı ve endişesi de yoktu Hz. Meryem’de. “Zekeriya onun bulunduğu yere, mabeddeki odaya her girdiğinde yanında (yeni) bir rızık bulur ve ‘Ey Meryem! Bu sana nereden?’ diye sorar, o da ‘Allah tarafından.’ cevabını verirdi. Kuşkusuz Allah dilediğine sayısız rızık verir.” (Âl-i İmrân, 3/37) Bu, Meryem’deki tevekkülün zirve noktasıydı. Hz. Meryem’in üstün fazileti belki de bu yönünden kaynaklanıyordu. Tevekkül, teslimiyet, ihlas ve samimiyet…

Hz. Meryem etrafındaki güzellikleri görebilen idrake sahip bir genç kadındı. Ekmeğin lezzetini, suyun kıymetini bilen, kuşun zikrini, mazlumun inleyişini duyandı. İlim ve ibadetle ruhunu besleyen Hz. Meryem, taşlar arasında biten bir çiçeğin güzelliğini fark edip Rabbinin verdiği nimete şükredendi. Belki de bu şükürdü Allah’ın ona olan nimetini artıran. Ekmeğini muhtaçlarla paylaşmasıydı onu Allah’ın ve insanların nezdinde kıymetli yapan.

Hz. Meryem’in yükü ağırdı. Çünkü o, insanlığın huzuru ve kurtuluşu için gelmesi beklenen Allah’ın kelimesinin/İsa’nın (a.s.) taşıyıcısıydı. Rabbinin “ol” emrine bu sefer de toprak değil onun rahmi mekân olacaktı. İmanın gücüydü yükünü biraz olsun hafif kılan. İbadette bulduğu huzurdu onu fitnenin kavurucu etkisinden selamete çıkaran. Annesinin kabul olan duasıydı, onu insan kılıklı şeytanlardan Allah’a sığındıran. Babasız bir çocuk dünyaya getirirken yapayalnız, kınayanların kınamasından korkmadan çocuğunu gelebilecek zararlara karşı korumak için yerini terk etmek genç bir kadın için hiç kolay olmayacaktı. “...Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!” (Meryem, 19/23) diyecek kadar daralmıştı bir ara. Dünya imtihanı afife, abide bir kul için böylesine zor olabiliyordu. Fakat Rabbi: “Ye, iç gözün aydın olsun…” (Meryem, 19/26) diyor ve önünde gidilecek uzun bir yol olduğunu haber veriyordu. Kuru ağaçtan taze hurmalar döken, alt tarafından serin sular fışkırtan Allah, elbette onu mahzun etmeyecek ve sayısız nimetiyle feraha çıkaracaktı (Bkz. Meryem, 19/24-25). Bu zorlu imtihanın nihayetinde, cennette ona takılacak tacın birer ışıltılı taşı olacaktı canını acıtan, onuruna ve iffetine dokunan her kem söz. “Sonra çocuğunu kucağına alarak topluluğuna getirdi. Dediler ki: ‘Ey Meryem! Gerçekten sen çirkin bir şey yaptın! Ey Harun’un kız kardeşi! Baban kötü bir adam, annen de iffetsiz değildi.’” (Meryem, 19/27-28) Ne de doğru söylüyorlardı. Babasının ve annesinin salih kullardan olduğunu ikrar ediyordu halk. Aslında onlar, Hz. Meryem’in mabede adanışını ve mabetteki üstün ahlakını da biliyorlardı. O, mabette Hz. Zekeriya (a.s.) nezaretinde yetişen narin bir çiçekti. Pak ve temiz afifeydi. Mesih’e anne olacak ahlaktaydı. Fakat o evli değildi. Halkın çoğu babasız bir çocuğun olabileceğine inanmadı. Meryem’in doğumunu, çocukluğunu, gençliğini ve ailesini çok iyi bildikleri hâlde karalamayı sürdürdüler. Üstelik müneccimler, o aralar Mesih’in gelmesi yakın günlerinin hesabını yapıyordu, sabırsızlıkla onun doğacağı günü bekliyordu ezilen halk. Fakat Mesih’in yakın olan gelişinin işaretleri bir grup soylu ve rahibin uykusunu kaçırıyordu. Kopardıkları yaygara bundandı. Söz konusu dünyalık menfaat ve çıkar olunca vicdanlar kör oluyordu. Konuşmak nafileydi onlara karşı. Hz. Meryem susuyordu. İftira içeren sözleriyle yeri göğü titretenlere: “Cevabı çocuk verdi: Ben Allah’ın kuluyum; O, bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, o beni kutlu ve bereketli kıldı; yaşadığım sürece bana namazı, zekâtı ve anneme saygılı olmayı emretti; beni zorba ve isyankâr yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve yeniden hayata döndürüleceğim gün esenlik benimle olacaktır.” (Meryem, 19/30-33) Bir çocuğun söyleyebileceğinden çok daha fazlasıydı bu. Fakat kendini inkâra şartlandırmışlara bu da yetmedi. Ancak inananların imanını artırdı bu konuşmalar. Zalimlerin de zulmünü. O gün babasız çocuk olmaz diyenlerin iftirası, sonrasında “Allah’ın oğlu” (Tevbe, 9/30) deme sapkınlığına döndü. Allah (c.c.), bütün bu yanlış inanç ve ithamları reddediyordu: “Meryem oğlu İsa Mesîh ancak Allah’ın elçisidir, Allah’ın Meryem’e ulaştırdığı kelimesidir ve O’ndan bir ruhtur.” (Nisâ, 4/171)

Hz. Meryem’in annesinin duası kabul olmuştu. Hz. Meryem ve İsa (a.s.), şeytanın şerrinden korunmuştu. Şeytan onları hiç kandıramadı. Onlar, Allah’ın rızasını kazanabildiler. Fakat insanların şerrinden emin olamadılar. Zor imtihanlardan geçtiler. Yalanlama ve iftira peşlerini bırakmadı. Onlara düşen ise sabırdı, emredileni yapmaktı. Çok ibadet etmek, nimetlere şükretmek, Yüce Allah’ı anmak ve anlatmak… Belki de İmran ailesini faziletli kılan mahşer gününde hesaplaşmayı bekleyecek sabırda olmalarıydı.

Meryem oğlu İsa (a.s.) da annesi de hiç unutulmadı. Hz. Meryem, dünya kadınları içerisinde seçilen ve üstün kılınan örnek şahsiyet olarak her zaman iyi anıldı ve kıyamete kadar da anılmaya devam edilecek. Müslümanlar tarafından hep örnek alınacaktır. Hiç şüphesiz Allah, dilediğini aziz edendir (Âl-i İmrân, 3/26).


Halime Karabulut