OkLogo

İNTİHAR: NİHİLİST ZİHNİN İNFİLAKI

Prof. Dr. Adnan Bülent Baloğlu

“Çağımız insanının önündeki en büyük meydan okuma nedir?” diye sorulsa, cevabınız ne olurdu? Siz düşünedurun. Ben, elindeki anlam yapılarının topyekûn yitmesi derdim. Çağımızın insanı kazanmanın, harcamanın, tüketmenin, haz almanın ardından koşarken sahip olduğu en temel insani ve ahlaki değerlerinden teker teker vazgeçiyor. Bunu su almakta olan hazine yüklü bir geminin, batmamak için yüklerini birer birer denize atmasına benzetebiliriz. Gemi tabanından delinmişse, yükleri atmak nafiledir; gemi eninde sonunda batacaktır. Dış dünyanın güçlü, etkili dönüştürücüleri ile anlam haritasının temel unsurları ve işaretleri giderek silikleşen “modern” insan da nihayette değerlerinden sıyrılıp bir boş kozaya dönüşüp artık “vazgeçilmez” şeylerinin olmadığını anladığında iş işten geçmiş olacaktır. Geriye kalanlar ise sönmüş bir bilinç, çökmüş bir zihin, tükenmiş bir irade, kendinden uzağa düşmüş bir kişilik, cendereye sıkışmış bir kalp ve bunalmış bir ruhtur. Bu trajik durum, yitik anlam haritalarının tek kalemlik ağır faturasıdır.
Psikiyatri doktoru Mustafa Merter’e göre değerlerin yitirilmesinin bedeli çok ağırdır: Bulaşıcı hastalık derecesinde yaygın bir narsisizm/enaniyet, hayalî bir iyimserlik, gittikçe artan oranlarda genel kaygı ve depresyon. Bir adım ötesi ise en kötü senaryodur: İntihar! (J. M. Twenge, Ben Nesli, Çev. Esra Öztürk, Kaknüs Yay. İstanbul 2013, s. 7-8.)
Tabii dünyası tarumar edilen, hayatı besleyen mana dünyası çölleşen ruhların yakasına maddi/dünyevi tatminsizlik de yapışırsa bu, dünyanın ve hayatın reddi ile noktalanabilir. Geri dönüşü olmayan bu keskin reddediş, dünyadan kaçıştır. Bir başka ifadeyle, kendini boşluğun karanlığına yuvarlamak, hiçliğe yürümektir. Kendini yok ediştir; hiçliğin kucağında erimektir.
Beşir Fuat ismini duyanlarınız vardır. Annesinin hastalığı olan şizofreniye yakalanma korkusuyla bileklerini kesen, kaçınılmaz sona anbean yaklaşırken o dakikalardaki hislerini kaleme alan bir Osmanlı aydını. Cemil Meriç onu “şuuru burkulan aydın” olarak tanımlar. Damarlarından kan çekilip gözlerinin feri yavaş yavaş sönerken titrek ellerle mürekkebe dökülen son sözleri “Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım.” olur. Meriç, Sultan Abdülaziz’in yaverliğini de yapan “yalnız, yapayalnız” dediği Beşir Fuat gibi hiçliğin uçurumuna kendini bırakanların ibretlik tasvirini tarihe kıymetli bir not olarak düşer: “Gönülle aklın, şiirle nesrin, imanla inkârın, Doğu ile Batı’nın kavgası… Karanlıklarda yanıp sönen bir şimşek; çorak toprağı yalayan fakat serinletmeyen bir sağanak; kendi kendini yiyen bir ıstırap!” (Kırk Ambar I: Rümuz-ül Edeb, İletişim Yay., İstanbul 2016, s. 288-289.)
Beşir Fuat umudu tüketip intihar edenlerin ilki değildi, sonuncusu da olmayacak. “İntihar eden birinin varoluşun başlı başına değersiz olduğuna inanması gerekmez ille de.” der çağımızın İngiliz filozofu Terry Eagleton ve devam eder: “Aksine, umut etmek için sayısız neden bulunduğunu ama bu gibi beklentilerin ona göre olmadığını düşünüyor olabilir. Ya da umut etmek için nedenleri olduğunu gördüğü hâlde, böyle hissetmiyor olabilir. Sorunlarının ortadan kalkabileceğini hesaba katmasına rağmen, kendinde bekleyecek gücü bulmuyordur. İşlerin herhangi bir şekilde iyiye gitmesini bekleyemeyecek kadar dayanılmazdır acısı.” Ona göre her halükârda intihar umutla ilgilidir ve gerekçesi, acıyı sonlandırmaktır. (İyimser Olmayan Umut, Çev. Emine Ayhan, Ayrıntı Yay., İstanbul 2015, s. 104-5.) Sebebi ne olursa olsun onunki, Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard’ın teşhis ettiği cinsten ölümcül bir hastalıktı, umutsuzluk hastalığıydı. Beşir Fuat, benliğin iflah olmaz hastalıklarından biri olan umutsuzluğa yenik düşmüştü. Onunki dayanılmaz bir işkenceydi, ölümle savaşan ama bir türlü ölemeyen bir can çekişme hâliydi. Ölümcül bir hastaydı o. Şifa bulmaz bir inançsızlık ve tükenmişliğin korkunç karanlığında çaresizce çırpınarak hayatından vazgeçen bu nihilist, ona son bir şifa ve ümit kapısı olabilecek Allah’ından çoktan vazgeçmişti. Böylelerinin acıklı sonu “Allah’tan ümit kesilmez.” tabirine olan inancı daha da pekiştiriyor. İmanı ve yaşama ümidini sıfırlayan bu bedenler için tek bir nefes bile ağır yüktür.
“Çıkmayı düşündüğüm seyahat için bana tabancalarınızı ödünç verir misiniz?” İmkânsız aşkına karşılık bulamayan genç Werther’in uşağına uzattığı kâğıtta yazılıdır bu sözler. Acılarını ebediyen dindirmek isteyen Werther, kendisi için tek çıkar yol kaldığını düşünür: hayatı noktalamak. Alman edebiyatçı ve düşünür Goethe, “Genç Werther’in Acıları” adlı meşhur klasik eserinde romanın genç kahramanı Werther’i adım adım intihara götürür. İntihar teşebbüsü başarılı değildir, tam 12 saat sürer. Goethe dünyanın bu ilk psikolojik romanını yazdığında henüz 25 yaşındadır. Napolyon da kısa sürede meşhur olan bu eseri Mısır seferinde yanına alır ve tam 7 kez okur. Goethe kendi biyografisinde bu eserle birlikte kendi intihar düşüncesini bastırdığını ifade eder. “Werther Etkisi” olarak da literatüre geçen bu psikolojik roman, intiharı teşvik ettiği düşüncesiyle İtalya’da, Danimarka’da ve Almanya’nın bazı şehirlerinde yasaklanır. Eğer doğruysa, bu eseri okuduktan sonra çok sayıda kişinin intihar ettiğinden söz edilir.
Eagleton, inancın, dinin bittiği bir toplumda geriye kalan tek aşkınlığın kötülük olduğunu söyler. (Kötülük Üzerine Bir Deneme, Çev. Şenol Bezci, İletişim Yay., İstanbul 2017, s. 61.) İnanç yoksunu kalpler kötülüğün zifiri tortusu ile tıkanırken, daralan ruhlar da akabinde çöken muazzam yalnızlığın pençesine hapsolur. İntihar olaylarının önümüze açıkça koyduğu bir hakikat var. İnsanı ayakta tutan yalnızca et, kemik, ilik, kan, beyin ve yürek vs. değildir; aynı zamanda iman, sevgi, sükûn, huzur, ruh dinginliği vesairedir. İnsan denen varlık, görünen ve görünmeyenlerin dengeli, ahenkli bir karışımıdır. Ahenk, denge bozulduğunda, tamir ve tadilat mümkün olmazsa gidişat hayra alâmet değildir.
Acı, intihar eden hayatların belki de tek hecelik özetidir. Kimi hayatlar acı, ıstırap ve çileden kavrulsa da sabır ve tahammülle yoluna devam ederken; kimi hayatlar da acı, ıstırap ve çileyle iyice kırılganlaşıp dünya ile aralarındaki iyiden iyiye incelen pamuk ipliğini tek hamleyle koparıyor. İntihar, umutların bitişini nihai ilandır. İntihar, gelecek endişesi karşısında cesaretin tükenmesidir. İntihar, acılar karşısında hayatı sonlandırmayı fısıldayan sese kulak vermedir. Daha iyi bir dünya kurma hayali peşinde koşmaktan yorulan ruhların kendi kırılganlıklarına pes etmesidir. Onlar, kendisi de intihar eden Stefan Zweig’in da dediği gibi huzursuz hayatın korkunç kırbacına, varoluşun trajik kararsızlığına yenik düşen, içlerindeki düşmanı, efendilerini ve şeytanı yok edebilmek için kendilerini yok edenlerdir. Kendileriyle savaşı kaybedenlerdir. Hayat planı hak ile yeksan olanların artık tek planları kalır: Ölüm planı! Bu kişiler ihtiras şeytanından yakalarını sıyıramazlarsa kendilerini hiçliğin kucağına atarlar. Hayatın giderek dikleşen yokuşlarını çıkmayı denemek yerine kendilerini karanlık boşluğa bırakıverirler.
Psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Kemal Arıkan kendi klinik tecrübelerinden yola çıkarak hastaları arasında intiharı düşünenlerin hatırı sayılır bir yekûn oluşturduğunu söyler. Arıkan, “Allah korkusu, sonsuz cehennem kaygısı, yakınlarıma ne olacak endişesi” gibi sebeplerin Türkiye’de intihardan caydırıcı unsurların başında geldiğini özellikle vurgularken, caydırıcılık gücü yüksek bu dinî ve ailevi iki gerekçeye rağmen intiharın ülkemizde önemli bir sorun olduğunu söylemeden de edemiyor. (Kaynak: bbc.com)
İntiharın dinimizde yasak olduğu hususunda en ufak bir şüphe yok. Nisa suresi 29. ayette açıkça “Kendinizi öldürmeyin!”, Bakara suresi 195. ayette de “Kendinizi kendi elinizle helak etmeyin!” buyuruluyor. Cana kıymak, bu ister kendi canı ister başkasının canı olsun, yedi ölümcül günah arasında sayılmıştır. (Buhari, Vesâyâ, 23; Müslim, İman, 144.) Hadislerde; kendini asarak, boğarak, zehirleyerek, yüksekten atlayarak veya keskin bir alet saplayarak öldürenlerin akıbetinin cehennem olduğu ifade edilir. Buhari’de geçen bir hadiste, intihar eden kişinin canı almada Allah’ın önüne geçtiği ve bunun cehennemi gerektiren bir eylem olduğu rivayet edilir. Neticede intihar dinimizde günahtır, yasaklanmıştır, ağır bir suçtur. İslam hukukunda, hayatın gerçek sahibi insan değildir; onu yaratan Allah’ındır anlayışı benimsenmiştir. Buna göre, sahibi olmadığınız bir şeyi yok etme hakkınız da yoktur. Aynı şekilde, Kur’an’da bir cana hayat vermenin bütün insanlığa hayat vermek, bir cana haksız yere kıymanın da bütün insanlığa kıymak olduğu açık bir hükümdür. (Maide, 5/32.) Bu ayetten, intihar etmek üzere olan birini kurtaran kişinin bütün insanlığı kurtardığını, intihar etmek üzere olan birine yardım eden veya elinde imkân olduğu hâlde birinin intiharını seyreden kimsenin de bütün insanlığın intiharına sebep olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Topyekûn çöküşle birlikte her şeyi kaybetmeyi, kalan bütün cesaretini toplayarak nihai kaderin eşiğinden içeri girmeyi göze alıp hayattan vazgeçmek zihinsel ıstırabın delilik noktasıdır. İnsan hayatını anlık tatmin, ihtiyaçlardan kaynaklanan kısa süreli keyif, yoğun ve uzun süren acı, sürekli mücadeleden ibaret kabul eden maddeci, materyalist zihniyetin varacağı yer nihilizmin, hiçliğin kucağıdır.

Prof. Dr. Adnan Bülent Baloğlu