OkLogo

"Prof. Dr. Nasrullah HACIMÜFTÜOĞLU: “Kur’an ve sünnetin bütünlüğü İslam’ı oluşturur.”"

Mahir Kılınç

Değerli Hocam, dinimizin iki temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünnetidir. İman etmiş gönüller için bu iki kaynak ne anlam ifade eder, bize bundan bahseder misiniz?
Sorunuzun kendisi işin gövdesi ve özünü anlatmaktadır. İslam bir tevhit inancıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) insanları, paganist/putperest bir toplumu tevhide, tek Allah inancına çağırdı. Bu iman çağrısının peşinden, imanın gereği olan aksiyonu yani dinamizmi uygun gördü. İman teoridir, pratiği ise ibadetlerdir. İman, eyleme dönüşmeli ve o da ancak İslam’la eyleme dönüşür. Bu bakımdan denebilir ki bir insan mümin olur ve fakat Müslüman olmayabilir. Zaten ısrarla şunu da söylüyorum, bir insanın filozof olmasına gerek yok; evini seçebilecek kadar aklı ve zekâsı varsa mutlaka Allah’ın var olduğuna ve bir olduğuna inanır. Zor olan nedir biliyor musunuz? İslam’ı kabul etmektir. Herkes “La ilahe illallah” der de “Muhammedün Resulüllah” demekte sıkıntı çeker. Hz. Muhammed’i Allah’ın elçisi kabul etmek ve ondan sonraki eylemleri yani ibadetleri kabullenmek, daha doğrusu İslam’ın getirdiği emir ve yasaklara uymak; işte nefislere, bazı inanç ve ideolojilere salik olan kimselere ağır gelen de budur. Tecrübeyle sabittir ki ateisti sıkıştırdığınız zaman o da: “Ben de bir Allah’ın varlığına inanırım.” der.

Filhakika İslam, Hz. Âdem’le başlayıp Hz. Muhammed (s.a.s.) ile kemale eren bir dindir. Hz. İbrahim de Müslümandı. Müslümanım demek zordur. Neden? Çünkü Müslüman olduğunu söylediğin vakit, artık sorumluluklar başlıyor. Din, artık teori kısmından çıkıp dinamizm kazanmaya başlıyor. İbadetler, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) kabul etmek, yani onun vahiy alan bir peygamber olduğunu dil ile ikrar edip kalp ile tasdik etmek suretiyle İslam dininin dinamizmini meydana getirir. Hz. Peygamber’e inanmak demek, imanı pratiğe geçirmek demektir. İşte böylece Kur’an ve sünnetin bütünlüğü İslam’ı oluşturur. İnsanlığın kurtuluşu için teori ile pratiği buluşturmak lazım.

Hz. Peygamber’e itaat etmek Rabbimize olan sevgi ve teslimiyetimizin bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. (Âl-i İmran, 3/91.) Cenab-ı Hak, Kur’an’da Efendimizi bize nasıl tanıtıyor?
Kur’an-ı Kerim baştan sona kadar bize Resulüllah’ı tanıtır. Kimi zaman “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem, 68/4.) deyip ahlakını anlatır; kimi zaman da “Andolsun size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir.” (Tevbe, 9/128.) diyerek o yüce Peygamber’in (s.a.s.) bize düşkünlüğünü, merhametini anlatır. “Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu bilmez.” (Sebe, 34/28.) ayetinden hareketle, diğer peygamberler gibi iyiliklere yönelmemiz, kötülüklerden sakınmamız adına, biz insanlar için müjdeleyici, uyarıcı olduğundan bahseder. O konuştuğunda hep Kur’an’dan konuşur ki bunun da en beliğ örneği şu ayettir: “…İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu...” (Enam, 6/19.) Yine Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz’i (s.a.s.) bizler için Allah’ın yoluna çağıran bir davetçi ve yolumuzu aydınlatan bir kandil (Ahzab, 33/46.), insanların iyiliğine yönelik öğüt ve nasihatler veren “öğüt verici”(Gaşiye, 88/21.) olarak nitelendirir. Bu öğütlerden nasibini alamayanlara, “Mümin olmuyorlar diye âdeta kendini helak edeceksin.” (Şuara, 26/3.) ayetinde belirtildiği üzere çok üzülen Hz. Peygamber için Allah (c.c.): “Andolsun, Allah’ın Resulü’nde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”(Ahzab, 33/21.) diyerek biz Müslümanlara en güzel temsil olduğunu özellikle vurgular ve “O, Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur.”(Ahzab, 33/40.) ayetiyle de İslam’ın onunla kemale ve hitama erdiğini söyler.

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bizlere rehberler, rol modeller olması amacıyla, yine bizden biri olan peygamberlerin hayatlarından örnekler anlatıyor. Kur’an-ı Kerim’de İnananlar için en güzel örnek olarak tanıtılan (Ahzab, 33/21.) ve tüm yaşantısını Kur’an temeline oturtmuş olan Sevgili Peygamberimiz’in beşer ve peygamber kimliğini nasıl okumalıyız?
Zaten Peygamberimizin kendisi söylüyor: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım, (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilahınız ancak bir tek ilahtır.’ diye vahyolunuyor…” (Kehf, 18/110.) Kelimeişehadette diyoruz ki: “Ben şehadet ederim ki (yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki) Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.” Hz. Muhammed, ins ve cinin peygamberidir. Sıradan bir insan değildir ve son peygamberdir. Cenab-ı Hak onu Kur’an-ı Kerim’de övüyor. Hangi ayeti açarsanız orada muhatap olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) karşımıza çıkar. Beşerdir; şayet melek cinsinden olsaydı o zaman beşere/insan türüne nasıl bir din öğretecekti? Beşerin yönetilebilmesi, o gönderilen dinin anlaşılabilir olması için bir beşerle gönderilmesi uygun olacaktı. Din beşer üstü değildir. Çok rahat yaşanabilen, uygulanabilendir. Bir beşerin hangi yükü taşıyabileceğini en iyi bilen yine beşerdir. İnsan takatinin nasıl yük kaldırabileceğini beşerî cihetiyle en iyi bilen Hz. Peygamber’dir. Hz. Peygamber bir dini yaşamışsa beşer olarak önce kendisi yaşamıştır, bu yaşanabilir dini insanlığa tebliğ etmiştir ve onun yaşanabilir bir sistem olduğunu insanlığa temsil olarak da göstermiştir. O vahiy alır, Allah’tan aldığını bize bildiren bir elçidir, bir resuldür. Allah ile kul arasında beşerlik sıfatını kullanmak suretiyle Allah’tan aldığını beşere intikal ettirir. Peygamber kimliği ile vahiy alır ve onu beşer kimliğiyle yaşar. Cenab-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’de: “…İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.” (Nahl, 16/44.) buyurarak peygamber kimliğinden de bizim anlamamız gereken Kur’an-ı Kerim’in beyanı olmasıdır.

Kur’an ve sünnetin tüm zamanlara seslenen evrensel mesajı konusunda neler söylersiniz?
Kur’an-ı Kerim, Cenab-ı Allah’ın kadim sıfatıdır. Mutezile ile Ehlisünnet arasındaki önemli bir tartışma konusudur: “Kelam mahluk mudur, kadim midir?” Bizce de kelam kadimdir ve mutezile de burada yanılmıştır. Anadolu’da da Kur’an-ı Kerim’in ismi “Kelam-ı Kadim”dir. O ismin kullanılmasıyla dahi âdeta Mutezile’ye bir cevap verilmiştir. Kur’an-ı Kerim, Cenab-ı Hakk’ın ilim ve kelam sıfatının bize fazlasıyla yeteceği kadar olan kısmının iki kapak arasına tecelli etmesi, Hz. Peygamber’e bildirilmesidir. Bunda amaç bizi irşat etmek ve hak yola sevk etmektir. İnsanlığı insanca yaşatmak için bu iki sıfattan bize intikal eden kısmıdır Kur’an-ı Kerim. Evrensel olması ve her devirde bu özelliğini koruyor olması, onun kadim olmasındandır. Allah’ın sıfatları kadimdir, sıfatlar zatı ile kaimdir ve ebedîdir. O zaman Allah’ın zatıyla kaim olan bu iki sıfatın iki kapak arasındaki tecellisi kadim ve evrenseldir. Ezelî ve ebedî olan bu kelama asla ne mekân ne de zaman biçilir. Sünnet de ışığını, kaynağını Kur’an’dan aldığı için o da evrensel olacaktır. Çünkü onun ilk muhatabı, ilk müfessiri, ilk yaşayanı odur. Hz. Peygamber’i (s.a.s.) devre dışı bıraktığınız vakit, Kur’an’ı hayata geçiremezsiniz. Hz. Peygamber’in uygulamaları olmasaydı ya da genel ifadeyle sünneti olmasaydı ibadetlerimizi nasıl yapacaktık? Dolayısıyla muamelatı en iyi öğrenebileceğimiz zat Hz. Peygamber’dir. Kur’an-ı Kerim’i kabul ediyorsak Hz. Peygamber’i yani sünneti kabul etmemek olmaz. Kur’an-ı Kerim; kadîm olan Zat’ın, kadim olan sıfatlarının bize olan tecellisidir. O, bize uzatılan ve sımsıkı sarılmamız gereken ilahi bir iptir.

Bizler, sünneti hayatlarımıza nasıl taşıyabiliriz? Peygamberimizin güzel ahlakını ve yolunu hayatımıza tatbik etme konusunda neler önerirsiniz?
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) güzel ahlakını ve yolunu hayatımıza tatbik etme konusunda yapmamız gereken ilk iş, onu tüm incelikleriyle tanımaktır. Zaten tanıdıkça onu seveceğiz, sevdikçe hayatımızı onun hayatı gibi olması adına güzelleştireceğiz. Onu sevdikçe her zaman ve her yerde ondan bahsetmek, hem işlerimizi hem hayatımızı bereketlendirir ve hem de insanlarla olan muhabbetimizi artırır. Zaten insan bunları gördükçe ona yönelim yöneliş çok çok artacak. Dolayısıyla da iyi ve güzel niyetli Müslümanlar, sünneti her zaman yaşayarak kendi zamanlarına ve sonraki zamanlara taşıyacak. Gaflete düşmemiş ya da herhangi bir ihanet şebekesinin ağına kapılmamış olan Müslümanlar, o Muhammedî ruhu her daim yüreklerinde taşırlar ve asla soğumasına da müsaade etmezler.

Sünneti göz ardı ederek Kur’an yorumlanıp anlaşılmaya çalışılsa, karşı karşıya kalınacak problemler nelerdir?
Sünneti göz ardı etmek suretiyle, Kur’an’ı yorumlamaya çalışmak mümkün değildir. Böyle bir yolu benimseyen kimseler, iman ederler ama iman ettikleri İslam’ı bilmezler, bilemezler. İnandıklarını ve yaşadıklarını söyledikleri İslam, şekil değiştirir. Aslında o insanlar bir kimlik değişikliğine gitmiş oldukları hâlde bunu fark edemezler. Kur’an isminin o haşmetine sığınarak yanlış bir iş işlemiş olurlar ki bunu da Müslüman camiaya kimsenin dayatmaya hakkı yoktur. Kur’an’ın ismine sığınarak İslam’ın, -tabiri caizse- dalını budağını kırmış olurlar. Bir Müslüman’ın da buna rıza göstermesi mümkün değildir.
Prof. Dr. Nasrullah Hacımüftüoğlu, 25 Aralık 1944 tarihinde Çaykara’nın Karaçam köyünde dünyaya geldi. Babasından ve çevrede tanınmış âlimlerden özel dersler okudu ve teamül hâlindeki program ve nüshaları ikmal ederek 1965 yılında “Dini İlimler” den icazet aldı. Trabzon İmam-Hatip Lisesinden mezun oldu, 1974-1975 öğretim yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde (bugünkü Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi) eğitimini tamamladı. Ardından 1975 yılında Erzurum İmam-Hatip Lisesi meslek dersleri öğretmenliğine tayin edildi. Aynı yıl Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesine intisap etti. 1987 yılında doktor, 1996 yılında doçent, 2002 tarihinde de profesör oldu. Dört kitabı, bilimsel dergilerde makaleleri, katıldığı ulusal ve uluslararası sempozyumlarda sunduğu tebliğleri, çeşitli ansiklopedilerde maddeleri yayımlandı. Haziran 2012 tarihinden itibaren Erzincan Üniversitesi İlahiyat Fakültesine intikal etti. Burada bir yıl Öğretim Üyeliği ve Temel İslam Bilimleri Bölümü Başkanlığı yaptı. 2013 yılında Bayburt İlahiyat Fakültesi Dekanlığına atandı. Hâlen bu Fakültenin Temel İslam Bilimleri Tefsir Anabilim dalında Öğretim Üyesi ve Fakültenin dekanı olarak görev yapmaktadır.

Mahir Kılınç