OkLogo

SONUÇLARI İTİBARIYLA İSTİĞFAR VE TÖVBE

Dr. Abdülkadir Erkut

“Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin ki sizi belirlenmiş bir süreye (ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın...”
(Hud, 11/3.)

Kur’an’da Yüce Allah, kendisinden başka bir varlığa kulluktan sakınmaya, istiğfar ve tövbe etmeye davet etmektedir. Çünkü tevhit, dinin temelidir; istiğfar ve tövbenin sıhhati de tevhide bağlıdır. Tevhide tabi olduktan sonra onu istiğfar ve tövbe ile tamamlayan kullardan bahseden bu ayetlerden biri şöyledir: “Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin ki sizi belirlenmiş bir süreye (ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.” (Hud, 11/3.)

Ayet-i kerime Allah’tan başka varlıklara tapanların, O’na karşı türlü günahlar işleyenlerin O’ndan af talep etmelerini, geçmişte yapmış olduklarından dolayı pişman olarak Allah’a yönelmelerini emretmektedir. İstiğfar kelimesi bazı ayetlerde tek başına (Nuh, 71/10-11; Neml, 27/46; Bakara, 2/199; Enfal, 8/33.) bazılarında ise tövbe ile birlikte (Hud, 11/3; 52; 61; 90.) gelmiştir. İslam âlimleri istiğfar ve tövbe hakkında çeşitli görüşler beyan etmişlerdir. Bu görüşlerden, ikisi arasındaki ilişkiyi daha kapsamlı olarak ifade edeni şöyledir: İstiğfar ve tövbe, tek başlarına kullanıldıklarında birbirlerinin manasını da içerecek şekilde aynı anlamda kullanılmaktadırlar. Ancak ikisi birlikte kullanıldığında anlamları farklı olmaktadır. Bu durumda istiğfar, geçmişte işlenen kötülüklerden; tövbe gelecekte kötü ameller işlemekten korumasını Allah’tan istemektir. Kul tövbe ile bir daha o günahları işlememeye azmetmektedir. İstiğfarda ayrılma, tövbede dönme söz konusudur. “Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da O’na tövbe edin.” cümlesi batıldan ayrıldıktan sonra hakka yönelmeyi ifade etmektedir. (İbn Kayyim, Medaricü’s-Salikin, I, 334-335.) Bu yüzden istiğfar ve tövbe kavramlarının, birlikte kullanıldıklarında anlam açısından bir bütünlük teşkil ettikleri anlaşılmaktadır. Kul işlediği fiillerin kötü olduğunu kabul ettiği takdirde Allah’tan af diler. Af diledikten sonra ise aynı kötülükleri işlememe kararlılığı ile Allah’a yönelir.

İstiğfar ile Rablerinin mağfiretini talep eden, tövbe ile O’na yönelenlerin Allah rızıklarını bollaştırır, kendilerine sıhhat ve afiyeti, türlü türlü güzel nimetleri ikram eder. Hayatlarını güven ve rahat içinde yaşamalarını lütfeder. Allah’ın kullarına ikramı, maddi nimetlerden ibaret değildir; onlara manevi nimetler de ikram eder. İstiğfar eden müminler Allah’tan güzel bir hayat yaşamayı ve onun sevabına nail olmayı umarlar. İbadetlerle O’na yaklaşmaktan ferahlık duyar, O’nun vaatleriyle sevinirler. Huyları güzel, akılları rahat, hâlleri düzgündür. Mevcuda kanaat eder, elden kaçana üzülmezler. Helal ile yetinir, hâllerine razı olurlar. Çirkinliklerden uzak durup erdemli davranışlara yönelirler, sekinet ve huzur içinde hayatlarını yaşarlar. Bazı âlimler “…Sizi belirlenmiş bir süreye (ömrünüzün sonuna) kadar güzel bir şekilde yararlandırsın.” ifadesinin, dünyanın maddi nimetlerinden ziyade manevi nimetleri ile ilgili olduğu görüşündedirler. Fahreddin er-Razi de bunu savunanlardandır. İtaatkâr kulların bu dünyadaki payının zorluk ve bela olduğunu ifade eden ayetler yanında, onların bu dünyadan payının kolaylık ve rahatlık olduğunu ifade eden ayetler vardır. Ona göre, bu ikincisi ile kastedilen manevi nimetlerdir. Allah’a ibadet ve muhabbet yolunda ilerleyen kişinin mahlûkat ile bağı azalınca sevinci ve süruru artar. Çünkü o aradığı şeyin değişmesinden ve yok olmasından emin hâle gelmiştir. Allah’tan başkasına kalbini bağlayana gelince; o mahbubunun elinden kaçması ve yok olmasından korku duyar, keder ve ızdırap içinde yaşar. (Mefatihu’l-Ğayb, XVII, 316.)

Yüce Allah’ın istiğfar ve tövbe eden salih kullarına dünyada emsalsiz manevi nimetler bahşettiği muhakkaktır. Ancak Kur’an’da onları dünyada maddi nimetlerle de ödüllendireceğini ifade eden ayetler de vardır: “Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin ki üzerinize bol bol yağmur göndersin ve gücünüze güç katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin.” (Hud, 11/52.), “Dedim ki: ‘Rabbinizden bağışlama dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. Bağışlama (dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Sizi mallarla, oğullarla desteklesin ve sizin için bahçeler var etsin, sizin için ırmaklar var etsin.’” (Nuh, 71/10-12.) Bu ayetler Allah’ın söz konusu kullarını maddi nimetlerle de mükâfatlandıracağını ifade eden iki örnektir. (Bu manayı ifade eden diğer ayetler: Nahl, 16/97; Araf, 7/96; Cin, 72/16; Maide, 5/66.)

İstiğfar ve tövbe eden itaatkâr kulların nail olacağı uhrevi nimete gelince; Allah onların işledikleri amellerin karşılığını verir, onlara cennetini ihsan eder. Buna mukabil isyankâr olanları “büyük bir gün” beklemektedir. O güne, gerçekleşecek işlerin büyüklüğünden, olayların korkunçluğundan dolayı “büyük gün” denmiştir. “Gün” kelimesi (yevm), korkunun büyüklüğünü ifade için nekre/belirsiz gelmiştir. Bu, azabın ahiretten önce dünyada onların peşini bırakmayacağının ifadesidir. (İbn Aşur, et-Tahrir ve’t-Tenvir, XI, 319.)

İstiğfar ve tövbe, Allah ile münasebetinde kulun umudunu diri tutar. Allah ile kul arasındaki bağı onarmaya, yeni bir başlangıç yapmaya imkân verir. Evet, Yüce Allah tövbe ve istiğfara ram olan kullarına dünya ve ahiret nimetleri lütfeder. Çünkü nimete şükür nimeti artırır. (İbrahim, 14/7.) Şüphesiz inkârcılar gibi onlar da zorluk ve belalara giriftar olabilir. Şu kadar var ki onlar, istiğfar ve tövbe ile dua ederek Hak Teâlâ’nın kapısını çalarlar. Duaların kabulünün bir zamanı olduğunu da bilirler. Zira kul acele etmediği müddetçe duası karşılık bulur. (Müslim, Zikir, 91) Üstelik onlar şunu da bilirler ki; istiğfar, zorluk ve belalardan kurtulmaya da vesiledir. Tıpkı Allah Resulü’nün (s.a.s.) ifade ettiği gibi: “Allah, istiğfara devam eden kimsenin her sıkıntısı için bir çıkış yolu ve her kederi için bir ferahlık sağlar. Onu hiç beklemediği yerden rızıklandırır.” (Ebu Davud, Vitr, 26.)

Dr. Abdülkadir Erkut