OkLogo

HAYATI HASLETE DÖNÜŞTÜREN NEBEVİ ÖĞÜTLER

Halil Kılıç

Bütün dünya Covid-19 küresel salgınıyla (pandemi) perişan durumda. Başta ABD olmak üzere hemen her ülkede korku, şaşkınlık ve çaresizlik hâkim. İnsanlar bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği, liberal kapitalizmin zaferini ilan ettiği, haz ve hız endeksli tüketim kültürünün kutsandığı bir dünyada, Covid-19 küresel salgınını hem anlamaya hem bununla başa çıkmaya hem de bundan anlam devşirmeye gayret ediyor. Bu kapsamda “ne”, “neden” ve “niçin” sorularına cevap aranıyor sıklıkla. Anlamak ve anlamlandırmak hem kontrol duygusu verir insana hem de geleceği yordamayı kolaylaştırır. (J. C. Deschamps, Attribution et Explication. In: J.-C. Deschamps, A. Clemens (Ed.) L’Attribution Causalité et Explicationau Quotidién (pp. 247-265). Paris, Delachaux et Niestle, 1990, s. 250.) Şayet kontrol ve yordama gerçekleşmezse belirsizlik artar, bu da insanların kaygı ve endişe düzeyini yükseltir. (A. S. Arkonaç, Sosyal Psikoloji, İstanbul, Alfa Basım-Yayım Dağıtım, 1998, s. 124.)
Covid-19’un “ne” olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Küresel bir salgın var. Bulaşıcılık özelliği yüksek olan koronavirüs din, dil, ırk, cinsiyet ve sosyoekonomik statü ayırt etmeden bulaştığı insanların bir kısmını öldürüyor. Basında ve yayında “görünmeyen düşman” olarak tanımlanan bu virüsün “nasıl” ortaya çıktığı ve yayıldığı bilimsel bir dille izaha çalışılıyor. Kuşkusuz bilimsel izahları yeterli bulmayan ve farklı komplo teorileriyle konuyu açıklamaya çalışanlar da mevcut. “İnsanlık böyle bir salgını, böyle bir felaketi ‘niçin’ yaşıyor?” sorusuna gelince bilimin sınırlarını aşan anlama ve anlamlandırma çabaları ön plana çıkıyor. Bu noktada dinî temelli metafizik açıklamaların devreye girdiğini görüyoruz.
Savaşlar, istilalar ve zorunlu göçler; deprem, yel ve sel gibi felaketler; veba, kolera, İspanyol Gribi ve Covid-19 gibi küresel salgınlar acaba neden yaşanmaktadır? Bu soruya sadece akılcı (rasyonel) ve bilimci (pozitivist) bakış açısıyla verilecek cevaplar bazı insanları tatmin ederken bazılarını etmeyebilir. Tatmin olamayan zihin açlık çekmeye devam eder ve sürekli “Bu işin aslı nedir acaba?” diye sorarak görünenin arkasında yatanı anlamaya çalışır. İnsan şayet ikna olabileceği cevap ya da cevaplar bulamazsa bilişsel ve duygusal bir dengesizlik hâli yaşayabilir. Dahası birey psikolojik dengesini sağlayamadığı müddetçe gerilim ve kaygı düzeyi artmaya başlar. İnsanın din ile ilişkisi ve inandığı varlığa bağlanma düzeyi dış dünyada cereyan eden hadiseleri anlama ve anlamlandırma sürecinde aktif olarak devreye girebilir. Tam da bu noktada inanan insan açısından ilahi iradeyi ön plana çıkaran dinî-metafizik açıklamaların bilimsel izahlara nispetle daha ikna edici olabileceğini söylemek gerekir. (B. Spilka, P. Shaver, & Lee A. Kirlpatrick, Din Psikolojisi Açısından Genel Bir Atıf Teorisi (Çev. A. Kuşat) E. Ü İlahiyat Fakültesi Dergisi 11, (173-189) 2001, s. 181-182.) Çünkü bilimsel çözümlemeler olayın sadece görünen kısmına odaklanırken dinî-metafizik izahlar görünenin arkasına uzanmaktadır. Bu da insanın hem bilişsel dengesi hem de varoluşsal güvenliği açısından yaşamsal öneme sahiptir. (A. Yapıcı, Fiziksel Ve Sosyal Hadiselere Sebep Atfetmede Dinin Rolü. Ç.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 3 (1), (127-165) 2003, s. 133.)
Pek çok doğal felakette olduğu gibi Covid-19 küresel salgınını dinî-metafizik perspektiften anlamaya çalışan insanın karşısına “imtihan”, “ilahi ceza” yahut “ilahi ihtar/uyarı” kavramları çıkmaktadır. Birey söz konusu bu kavramlarla düşünmeye başladığı zaman kendisiyle, sosyal çevresiyle, tabiatla ve inandığı varlıkla kurduğu ilişkisinin yönünü, yoğunluğunu ve mahiyetini sorgulamaya başlar. Bazı insanların sorgulaması yüzeyseldir çünkü onlar derinlere inmeye, kök sorunla karşılaşmaya tahammül edemez. Yapılan yanlışlık ve hatalardan kendilerini beri kılarak sürekli başkalarını itham ederler. Olayın sorumluluğunu sadece küresel sisteme, dolayısıyla dünyada bilgiyi üretip dolaşıma sunan büyük şirketlere yüklerler. Bu bağlamda kimi liberal vahşi kapitalizmi, kimi de sanki Allah yokmuş gibi yaşamayı ön plana çıkaran sekülerleşmeyi hedef gösterir. Böylelikle gelir düzeyindeki adaletsizlikler, açlıktan ve en basit hastalıklardan kaynaklanan ölümler, sürgünler ve göçler gibi her türlü insani dram, nihayet âlemin doğal dengesinin bozulmasına destek sağlayan teknolojik gelişmeler Covid-19 salgını için bir açıklamaya dönüşür. Bu tarz bir düşünce yapısına sahip olanlar mevcut dünya görüşleri ve ideolojilerinden beslenen tutum ve davranışlarını eleştirmeksizin günah keçisi aramaya yönelirler. Günah keçisi arayışı insanı psikolojik olarak rahatlatıcıdır ancak bu durum, sorunu anlama ve çözmede bireysel ve sosyal sorumlulukları hatırlatıcı değildir.
Kuşkusuz ülkemizde ve dünyada yaşanan felaketlerin neden ve niçin yaşandığı hususunda dünyaya yön veren küresel güçlerin etkisini görmezden gelemeyiz. Ancak bu süreçten birey ve toplum olarak ne kadar sorumluyuz? Bu soruya cevap verebilmek için sorgulamanın yüzeysellikten kurtularak derinleşmesi, içsel muhasebeye dönüşmesi, nihayet yüzleşmenin gerçekleşmesi gerekir. Bununla birlikte şu hususu vurgulamak durumundayız: Sorgulama ve yüzleşme her insanda aynı şekilde cereyan eden tek biçimli bir olgu değildir. Bireyin dinî inançları, dinin etkisini hissetme düzeyi, dünya görüşü, sosyal çevresi, kişilik yapısı, tahsil düzeyi, cinsiyeti ve yaşı sorgulama ve yüzleşme biçimini içerik ve nitelik olarak farklılaştırır.
Covid-19 salgını insanların yaşam biçimini, alışkanlıklarını, düşünme şekillerini, dinî hayatlarını, kısaca gündelik hayatlarını köklü bir şekilde etkilemeye başladı. Kimileri zorunlu, kimileri gönüllü karantinada yaşıyor. Kuşkusuz umursamaz bir tavırla hayatında herhangi bir değişiklik yapmak istemeyenler de mevcut. Bunlar bile sokağa çıkma yasağı ile birlikte zorunlu olarak ev ortamında yaşamaya mecbur hissediyor kendisini. Covid-19 nedeniyle ölenlerin yakınlarıyla yoğun bakımda yatanlar ve bunların yakınlarının ruhsal durumları kuru psikolojik analizlere sığmayacak kadar yoğunluk, karmaşıklık ve çeşitlilik içermekte.
Salgından önce “haz”, “hız”, “heyecan” ve “sürekli deneyim” arzusuyla hayatın nasıl geçip gittiğini idrak edemeyen modern birey, salgınla birlikte kısmen ya da bütünüyle evine kapandı, hatta zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamayı tercih etti. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Modern bireyin yaşam hızı durmadı ancak fark edilir biçimde yavaşladı. Bu yavaşlama neticesinde bazıları isteyerek ya da istemeden kendisiyle karşılaşırken bazıları böyle bir karşılaşmayı yaşayamadı. Kendisiyle karşılaşanlar kendisini ne kadar beğendi, ne kadar değerli gördü, olumsuz yönleriyle ne kadar yüzleşti, bundan sonrası için ne düşündü? Bu soruların cevabını bilmiyoruz. Herkes kendi iç dünyasında yaşıyor her türlü sorgulamayı, kimi biraz ifşa ediyor bazı şeyleri kimisi suskunluğu tercihte ısrarlı.
Yüzleşme bir kere başladı mı genellikle devam eder. Çünkü iyi-kötü, güçlü-zayıf, olumlu-olumsuz yönlerini keşfetmeye başlayan insan içgörü kazanır. Yine de yüzleşmenin zahmetli bir durum olduğunu söylemek gerekir. Bu nedenle pek çok insan kendi iç dünyasıyla ve yapıp ettikleriyle yüzleşmek istemez. Şayet bir insan kendisini yüzleşmeye tamamen kapatırsa psikososyal ve manevi bir gelişme yaşayamaz.
Covid-19 salgını olanca dehşetiyle yaşanırken kendisiyle yüzleşme cesareti olanlar “Biz nerde yanlış yaptık?” diyerek kendilerini sorgulamaya başlar. Sorgulama ve yüzleşme ise ister istemez modernitenin, sekülerleşmenin, değerlerden ve maneviyattan uzaklaşmanın, zulmün, adaletsizliğin, gelir dağılımındaki dengesizliğin, sömürü düzeninin, fıtratın ve doğanın tahribi ile karşılaştırır bizi. Bu anlamda yüzleşmek, idrak edebilmektir olan biteni. Sadece idrak yetmez pişmanlık ve tövbe gerekir. Zira yüzleşmek ruhun en iç katmanlarına kadar inmek, kendimizi tanımak, içgörü kazanmak, nihayet doğaya, insanlığa ve kendimize verdiğimiz zararları fark ederek kendimize çekidüzen vermektir. Bu da sürekli iyi ve olumlu olanı aramak demektir.
İnsanlar düşündükçe, sorguladıkça ve yüzleştikçe hem kendilerine hem de birbirlerine sormaya başladı. Covid-19 Allah’tan gelen bir ikaz mı, bir imtihan mıdır? Bu arada hatırlatmak gerekir ki Covid-19’dan yalnızca Müslümanlar etkilenmiyor. Sadece ABD ve Avrupa’yı dikkate alsak bile gayrimüslimlerin de etkilendiğini görüyoruz. Sorular arka arkaya sıralanıyor: Acaba Allah kimi uyarıyor, kimi imtihan ediyor?
Evlerde gönüllü, mecburi ya da zoraki izolasyon yaparken genelden özele, hem dünyanın gidişatını hem de bireysel hayatımızı ve geleceğimizi düşünüyoruz. Sosyal medya ve gazeteler elimizin altında, TV kanalları karşımızda. Bir yandan ruh dünyamızı altüst eden dehşet görüntüleri servis edilirken bir yandan niçin sorusuna cevap veren, zihnimize hitap eden paylaşımlarla duraklıyoruz. Zaman zaman “Sizi Allah’a şikâyet edeceğim. Bunların hepsini Allah’a anlatacağım.” diyen Suriyeli çocuğun ahının tuttuğunu düşünüyoruz. Yemenli ya da Afrikalı aç çocukların: “Merhaba dünya en sevdiğiniz restoran kapandı mı?”, zulüm altında inleyen Uygur Türklerinin: “İbadethaneye gitmemek nasıl bir şey, anladınız mı?”, hayatı kısıtlanmış Filistinlilerin: “Abluka altında olmak ve seyahatlerin engellenmesi hoşunuza gitti mi?” şeklinde sorular sordukları yayınlar ve paylaşımlar derinden düşündürüyor bizi. Dahası var: “O develeri katletmeyecektiniz! Ormanları ve içinde yaşayan binlerce canlıyı yok etmeyecektiniz.”, “Sırf rant ve kârlılık için Afrika başta olmak üzere insanlığı sömürmeyecektiniz.” diyerek insanlığın günah deryasında yüzdüğünü ikrar etmiş oluyoruz. Vardığımız nokta şu: Koronavirüs salgınıyla Allah işledikleri günahı ve yaptıkları zulümleri unutanlara kendisini hatırlatıyor. Dünyaya hükmetme iddiasındaki insanın gözle görülmeyen küçücük bir virüs karşısında yaşadığı çaresizlik sorgulanıyor artık. Hatta bilim, teknoloji ve güçle şımaran insanlığa koronavirüsten açık bir mesaj geldiği söyleniyor sıklıkla: Hiçbiriniz tanrı değilsiniz, aczinizi ve haddinizi bilin.
“Yasaklanan ölüm” diye nitelendiriyordu Philippe Ariés (P. Ariés, Batılının Ölüm Karşısında Tavırları (Çev. M. A. Kılıçbay) Ankara: Gece Yayınları, 1991, s. 85-86.) çağdaş insanın ölüme karşı tutumunu. Ölüm akla ne kadar az gelirse o kadar iyiydi modern insan için. Bauman’ın da (Z. Bauman, Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri (Çev. N. Demirdöven), İstanbul: Ayrıntı Yayınları., 2000, s. 127.) vurguladığı gibi modern insanın ölümü kabullenmesi geleneksel insana göre daha zordur. Çünkü ölüm haz ve hız üstüne kurulu yaşamın, yani lezzetlerin sona ermesi demektir. “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmran, 3/185; Enbiya, 21/35; Ankebut, 29/57.) mealindeki ayetler ile Peygamberimiz’in: “Lezzetleri bıçak gibi kesen ölümü sıkça hatırlayınız.” (Tirmizi, Zühd, 4; Nesâî, Cenâiz, 3.) hadisi günümüz insanı için varoluşsal bir anlam ifade etmemeye başladı. Hatta çoğu kere nostaljik ve romantik bulunan bu tür söylemler dilden gönle geçmeyen, hep başkalarına hatırlatılan eğreti bir öğüde dönüştü. Madem hayat yaşamak için vardı, o hâlde ölüm gündelik hayatın dilinden çıkarılmalıydı. Covid-19 salgını korku, dehşet ve panik oluşturmaya başlayınca zihnimiz yasaklanan ölümden ürküten ölüme doğru evrilmeye başladı. Dünya genelinde son 24 saatte gerçekleşen ölüm sayılarını duyan insanlar arasında farklı tavırlar ortaya çıktı. Kimileri ölümle iç içe yaşadıkları gerçeğini hatırladı, kimileri de ölüm korkusunu derinden hissetti. Basın, yayın ve sosyal medyada Covid-19 hastalarının yaşadıkları acı, boğulma hissi, ölenlerin nefessiz kalıp çırpınarak öldüğü vurgulandıkça dehşet ve panik duygusu daha da arttı. Yüzleşemeyenler için günlük ölüm rakamları basit ve soğuk bir istatistikti sadece.
İnsanlık mecburen kaybettiği değerlerini hatırlamak istiyor. Ancak modern hayatın dayanılmaz çekiciliği değerlerin yeniden hatırlanmasına ne kadar müsaade edebilir, bu husus ayrıca tartışılmalı.
Buhran zamanları içe dönmeyi, durmayı ve kendimize çekidüzen vermeyi sağlamaya zemin hazırlayan vakitlerdir. Yüzleşmenin sınırı yoktur. En yüzeyselinden en derinine doğru çok farklı şekillerde tezahür edebilir. En derin yüzleşme Necip Fazıl’ın (N. F. Kısakürek, Reis Bey, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları, 2019, s.135.) “Reis Bey” isimli eserinde: “Dışımda ne arıyorlar, içime doğru suçluyum ben.” demesi gibidir. Yine de altını çizmek gerekir. Yüzleşmek zihin konforumuzu bozucudur. Bu nedenle evde kalmak sorgulama ve muhasebe etmeye yetmez. Öncelikle evin insana huzur veren meskene dönüşmesi gerekir. Bu da modern dönemin, insanı tutsak eden dijital alışkanlıklarından, prangalarından ve tüketim kültüründen mümkün olduğu ölçüde sıyrılmakla gerçekleşebilir.

Halil Kılıç