OkLogo

SÜKÛTUN SESİ: NURİ PAKDİL

Necip Tosun

O, İstanbul’u çok sevdi çünkü hayranı olduğu Peygamberimizin (s.a.s), fethini müjdelediği şehirdi. Kudüs, onun kalbinin üstüne örtülü bir tül gibiydi çünkü Hz. Muhammed’in miraca yükselişinin yeryüzündeki son basamağıydı. “Konuşmak, su üstüne yazı yazmak gibidir, aslolan yazıdır.” diyen Pakdil, edebiyatı ve dolayısıyla yazmayı sevdi, hayatı boyunca tüm mücadelesini yazarak verdi.
Nuri Pakdil’i Necip Tosun’a sorduk.
Bize kısaca Nuri Pakdil’in davasını, edebiyat ve fikir dünyasına katkılarını anlatır mısınız?
Nuri Pakdil; dergiciliği, denemeciliği ve oyun yazarlığı ile Türk sanat ve kültür dünyasına yeni bir dil, yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Öncü sanat algısıyla bir kuşağın yol göstericisi, deniz feneri olmuş; dünyayı, edebiyatı, çağı yorumlamış; özellikle yaşanılan kaotik ortama edebiyat ve inanç bilincinden nasıl bakılacağının düşünsel, sanatsal örneklerini vermiştir. Ortaya koyduğu yaklaşımla, insanın gözünü sadece şehrine, ülkesine değil, Avrupa’ya, Asya’ya, Afrika’ya, Orta Doğu’ya çevirmesi gerektiğini hatırlatmıştır. Aynı çizgideki Necip Fazıl’ın sert sesi Sezai Karakoç’ta manevi ve sanatsal bir derinliğe, Nuri Pakdil’de ise eylem ve muhalif düşünceyle evrensel bir başkaldırıya dönüşmüştür.
Nuri Pakdil’in mücadelesine şahitlik ettiniz. Onun en üste tuttuğu değer neydi?
Edebiyattı. Nuri Pakdil bütün bir hayatını Edebiyat Eylemi’ne adamış, çağını, inancını, kavgasını edebiyat üzerinden yorumlamış, kaotik dünyanın dilinin ancak edebiyatın diliyle çözüleceğine inanmış bir yazardır. Yazıya bir ibadet olarak bakmış, yazmanın coşkusunu her satırında hissettirmiştir. Pakdil, insan ruhuna giden tüm yolların edebiyattan geçtiğine; bir halkı olumlu ya da olumsuz yönde oluşturan gücün o halkın edebiyatı olduğuna inanır. Ona göre, sanata, edebiyata yakın olmakla ve sanatı, edebiyatı savunmakla insanı tuttuğumuzu, insanı savunduğumuzu ortaya koyabiliriz. Bu nedenle insana yakınlaşabilmek, insan sıcaklığını duyumsayabilmek sanatla, edebiyatla olur. İnsanı savunma gereğinden dolayı, “Sanatı, edebiyatı savunmak zorundayız” der. Pakdil, tüm bu düşüncelerini hayatına yansıtmış bir edebiyat adamı olarak kırkı aşan eseriyle ve tam bir adanmışlıkla zengin, derinlikli bir edebiyat, sanat, kültür evreni yaratmıştır.
Nuri Pakdil’in Kudüs ve İstanbul sevdası hakkında neler söylemek istersiniz?
Nuri Pakdil; Büyük Doğu, Diriliş çizgisinde bir düşünce ve sanat algısıyla hareket etmiş, bunu da yeni bir gramer, tutum ve dil ile gerçekleştirmiştir. Nuri Pakdil, yayımlanmış kırkı aşkın kitabında, zulümsüz, sömürüsüz, putsuz, kimlikli, erdemli, erekli, ışıklı, aşkınlıkla dopdolu bir yeryüzü oluşturma çabası içinde olduğunu belirtir. Pakdil’in düşünce dünyasını asıl açıklayacak anahtar sözcük “yabancılaşma”dır. O yabancılaşmayı, genel olarak fıtrattan kopuş, uygarlığa sırt dönüş, özel olarak da Batılılaşma olarak tanımlar. Kısaca Batılılaşma eşittir yabancılaşmadır. Ona göre Batılılaşma “yadsıma”nın, “saçma”nın özdeşidir. Bu yüzden Batılılaşma, bizi yabancılaştırma düzeyinde çağın tüm bunalımlarıyla karşı karşıya getirmiştir.
Nuri Pakdil için tüm bu düşüncelerini sembolize ettiği şehirler ise Kudüs ve İstanbul olmuştur. Bunlar medeniyet coğrafyamızın yapı taşlarıdır. İstanbul büyük medeniyetimizin başkentidir. Bu yüzden onda değeri büyüktür. Küdüs ise Müslümanların özgürlük mücadelesinde simge bir kenttir. Onun yüreğinin yarısı Mekke, geri kalanı Medine’ydi ve üstünde bir tül gibi Kudüs vardı. Bunu hem yaşantısında hem de tüm kitaplarında görmek mümkündür. Çünkü Kudüs miracın mekânıdır. Bu yüzden de “Kudüs sevilmeden insanlığa girilemez.”
Nuri Pakdil’in mektuplarını bilmeyen yoktur. Onun mektuplar üzerinden insanla kurduğu o derin ve sağlam bağdan bahseder misiniz?
Nuri Pakdil’in mektupları onu anlamada en önemli kaynaklardan biridir. O, çeşitli dostlarına, dava arkadaşlarına mektuplar yazmış, durmadan, sıkılmadan, üşenmeden bir yazar ve düşünce adamı dikkatiyle yazmıştır. Bu mektuplarda öne çıkan temel karakter, düşünce ve insanla kurduğu derin ilişki “tavır adamlığı” olmuştur. Nuri Pakdil, devrimci tutumu, öfkesi, yazdıkları hayatının her anına yansımış, insani ilişkilerini belirlemiş bu nedenle de bir tavır adamı olarak bilinmiştir. Yazdıklarını birebir hayatına uygulamış, bu da zaman zaman kırılmalara, uzaklaşmalara giderek onun yalnızlaşmasına yol açmıştır. Nuri Pakdil, bu tavır adamı duruşunu mektuplarında ısrarla vurgulamış, muhataplarından da bunu beklemiştir.
Pakdil’e göre, Edebiyat dergisiyle bütünleşmek bir varoluş sorunudur. Gelip geçici bir yer değil, yola çıkmak, sorumluluk üstlenmek, eylem yüküyle hareket etmek demektir. Dolayısıyla Edebiyat dergisine katılmak kolay değildir. Bu bilinci, dikkati, çabayı göstermeyenlerle yolları ayrılır. Edebiyat dergisine katılanlardan dayanışma, sürekli okuma, yazma beklenir. Pakdil için Edebiyat “ortak bir hareket” derse de tümüyle damgasını vurduğu bir dergidir. Derginin tüm kodlarını, temalarını, yayın anlayışını belirleyen, yönlendiren Nuri Pakdil olmuştur. Derginin bir koro olmasını istemiş, orkestra şefi de kendisi olmuştur. İpi hep o gerer, tüm yazarları istim üzerinde tutar, yazmaya zorlar, yönlendirir: “Ben şu gerdiğim ipi bıraksam, herkes sapır sapır dökülecek ve eylem bitecek.” Mektupları bu ipi nasıl gerdiğinin örmekleriyle doludur. Yazdığı tüm mektuplarda derginin, yayınevinin bu bilinçle algılanması, yorumlanması için çaba sarf etmiştir.
Tanıklıklarınızdan yola çıkarak Nuri Pakdil’in “Sükût dünyanın en uzun cümlesi” sözünü sizden dinleyebilir miyiz?
Nuri Pakdil, gündelik hayatında da çok az konuşan biriydi. Susmanın erdemine inanırdı. Kırık dökük ilişkilerden, ruhsuz ortamlardan, ihanetlerden süzülüp gelen bir tecrübeyle sükûtun gerekli olduğunu düşünürdü. O, hayatında dilinin döndüğü kadar susmuştu. Öyle ki on üç yıl süren sessizliğini Sükût Sûretinde kitabıyla bozmuştu.
Bizim için şu cümleleri tamamlamanızı istesek?
Kimse bilmez bir gün… bana uzun uzun dilde niçin öz Türkçe kullandığını açıklamıştı.
Bir gün Nuri Pakdil’le baş başaydık ve… ezan okunuyordu. Derin bir hayret içinde “Allah Allah, Resullullah ezanda kendi adını duyunca ne hissediyordu acaba?” dedi.
Ölmeden çok kısa süre önce bana dedi ki… “mayıs ayında birlikte Paris’e gidelim.”

Necip Tosun