TOPLUMDA ENGELLİ ALGISI
Meryem Dalğıç
İnsan, Allah’ın muhteşem bir ayeti, mahlûkatın en kıymetlisidir. Cinsiyeti, dili, rengi, fiziki durumu fark etmeksizin “insan” olma vasfıyla hürmete layıktır. Saygınlığına yakışır şekilde doğuştan edindiği hakları vardır. Yaşama ve kabul görme, eğitim alma, istihdam edilme ve ibadet etme en temel insan haklarındandır. Bir kısım yönleriyle çoğunluktan farklı özellikler ve güzellikler taşıyan engelliler de aynı haklara sahiptir. Ancak söz konusu haklardan yararlanma ve yaşamlarını idame ettirme noktasında engelli bireylerin sorunlar yaşadığı aşikârdır. Elbette bu sorunlar onların engelli olmalarından ziyade toplumun engellilere bakışından, ön yargılarından, onları yeterince tanımamasından kaynaklanmaktadır.
Oysa ön yargı, insanlar arasında aşılmaz duvarlar örer. Kişiyi hakikate karşı kör, sağır ve dilsiz eder. Zihinlerde ve gönüllerde sayısız engeller oluşturur. Kendinden olmayanı ötekileştirerek haksız ve ayrımcı davranışlara sevk eder. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de zannın (ön yargının) birçoğunun günah olduğu belirtilerek sakınılmasının emredilmesi (Hucurat, 49/12.) de bu hakikate işarettir.
Toplumun engellilere bakışı
İnsanoğlu kendisinde bulunan ama başkasında olmayan birtakım özellikleri, imkânları, övünç vesilesi yaparak böbürlenebilir. Hatta kendisini diğer insanlarla eşit görmeyerek bu durumu bir üstünlük addeder. Dolayısıyla eşit görmediği bir varlığa üstencil ve ayrımcı bir tutum sergileyebilir. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın kendisini beğenen ve övünen kişileri sevmediği, (Lokman, 31/18.) üstünlüğün ise ancak takva ile olduğu (Hucurat, 49/13.) ifade edilmektedir.
O hâlde, tüm engellere rağmen kulluk vazifesini yapan bir müminin, Allah katındaki değerinden şüphe edebilir miyiz? Herhangi bir engeli olan kimsenin üstün olmadığını, meziyetleri bulunmadığını söyleyebilir miyiz? İnsanların elle yapamadığı bir resmi ayaklarıyla yapabilmek ayrıcalık değil midir? Ya da zifiri karanlıkta yürüyebilmek, dostunun el sıkış tarzından onu tanıyabilmek, sessizliğin en derininde kelimeler olmaksızın işaretlerle konuşabilmek imtiyazdan başka nedir ki?
İnsan bazen kendi meziyetlerine o kadar odaklanır ki bir başkasındaki güzellikleri, özellikleri görmeksizin ön yargılarla düşüncelerini oluşturur. Elbette düşünceleri bakış açısına, davranışlarına yansır. Dolayısıyla engelliler, normal diye tabir edilen çoğunluğu oluşturan insanların sahip oldukları bazı nitelikleri taşımadıkları için engelli olmayanlar tarafından bilinçsiz bir şekilde zaman zaman olumsuz bakış açısına maruz kalırlar. Toplumda engelliye dair perspektif genellikle şu şekildedir:
1. Engelliler, toplum tarafından genelde acınılacak insanlar olarak algılanır.
Nedir acımak? Kendinde bulunan nimetlerin, karşısındaki kişide olmadığını fark edip üzüntü duymaktır. Şayet acıma sadece “ah, vah, tüh, yazık hâlimize şükürler olsun” sözleri sarf edilerek duygu boyutunda kalır, kişiyi eylem boyutuna ulaştırmazsa bu durum acınandan ziyade acıyanın imtihanı olur ve kendisine zarar verir. Zira salt acıma hissi insanın kibirlenmesine, kendini başkalarından üstün görmesine sebep olur. Birine acımak, insanları birbirine yaklaştıran değil uzaklaştıran bir histir. Acımakla karıştırılan merhamet ise çok boyutlu derin anlamları olan, kişiye sorumluluklar yükleyen bir duygudur. Zira “Merhamet, acımaktan ziyade acıtmamaktır.” Bir başkasının sıkıntısına karşı duyarlılık göstermek, onun yükünü hafifletmek için eyleme geçmektir. Peygamber Efendimizin (s.a.s.) “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.” (Buhari, Edeb, 27.) hadisi gereği mümince bir yaklaşım sergilemektir. Merhamet, karşımızdakinin varlığına, onuruna saygı duymak, onun hakkına riayet etmektir. Dolayısıyla acıma, yukarıdan aşağıya dikey bir duygu olarak hissedilirken merhamet, aksine hem duygu hem de eylem boyutuyla yatay olarak seyreder. İnsanlar arasında iletişimde bilhassa engellilere yaklaşım tarzında acıma değil merhametle davranma benimsenmelidir. Acınma tepkisinin engelliler için nasıl bir psikoloji oluşturduğu unutulmamalıdır. Acımak yerine onları anlamaya çalışmak, engellilere imkânlar tanımak ve yapılabilecekler hususunda harekete geçmek esas olmalıdır.
2. Engelli bireyler eksik, yetersiz, başkalarının yardım ve bakımına ihtiyaç duyan insanlar olarak algılanabiliyorlar. Neticede farkında olmadan onları rencide eden davranışlar sergilenir. Mesela en iyi üniversiteyi bitirmiş, iş güç sahibi olmuş engellinin, toplu taşımada ücretinin alınmaması, namaz kılmak için camiye gittiğinde dilenci zannedilmesi, geçimini temin edemeyeceği düşüncesiyle para verilmesi, onların yaşadığı örneklerden sadece birkaçıdır. Muhtaç olduğu algısı çoğunlukla engellinin yardıma ihtiyacı olup olmadığı kendisine sorulmadan insanları yardım etmeye yöneltir. Tabii bu durum bazen trajikomik olayları da beraberinde getirir. Kaldırımda araç bekleyen bir görme engellinin, ona sorulmadan ansızın koluna girilip karşıya geçirilmesiyle yaşadığı şaşkınlık gibi... Dolayısıyla engelliye nezaket çerçevesinde ihtiyaçları sorulmalı, talep ederse yardım edilmelidir.
3. Aile olmak, bir yuva kurmak, her insanın hakkıdır. Engelli bireyler de bir ömrü eşiyle birlikte geçirmek, evlat sahibi olmak ister. Ancak onlara yakıştırılan engelli bir eş adayıdır. Bazen eş adaylarından biri engelsiz ise ailenin, çevrenin zorlu baskılarına rağmen evlenebilirler. Bu durumda toplumdaki algı fedakârlık yapanın engelli olmayan eş olduğu yönündedir. Oysa engelli olanın da engelli olmayandan eğitim, kültür, donanım ve birçok açıdan üstün olabileceği akıllara gelmez. Onlar toplumun bu algı ve baskısını bir ömür hissetseler de buna rağmen mutlu bir evliliği sürdürmeyi başarabilirler. Evlilikte esas olan da eşlerin birbirinde tamamlanması, birbirlerine huzur vermesi değil midir?
4. Engelli bireyler engelinden dolayı eksik olarak algılanır ve hayata mağlubiyetle başladıkları kabul edilir. Kendi başlarına ihtiyaçlarını karşılamayacakları, yetersiz oldukları zannedilerek onlar adına tahminlerde, yargılarda bulunulur, hükümler verilir. Mesela; “Görme engelli merdiven çıkamaz o hâlde bu okulda okuyamaz, bir iş yerinde çalışamaz. İşitme engelli konuşulanları anlamaz. O hâlde onlarla konuşulmaz. Bedensel engelli spor yapamaz, abdest alıp, namaz kılamaz…” gibi. Bu algılar, engelliler hakkında toplumun biteviye yanlış kararlar almasına neden olur. Neticede alınan kararlar engellileri sürekli yorar, kendilerini bitmez tükenmez bir mücadelenin ortasında bulurlar. Aslında engelliler, bizzat engellerinden kaynaklanan problemleri kabul ederler, kendileriyle barışıktırlar. Onların asıl imtihanı engellilik hâlinden ziyade toplumun onlara olan bakış açısıyla, sundukları şartlarla imtihan edilmeleridir.
Engellilerin toplumla imtihanı
Dünya hayatı bir imtihan yeridir. Kur’an-ı Kerim’de, insanoğlunun varlıkla, yoklukla, korkuyla ve canıyla sınandığı, sabredenlerin ise müjdelendiği (Bakara, 2/151.) bildirilmektedir. Engellilik hâli de bu sınavlardan biridir. Onlar imtihanlarında sabrın ışığıyla yollarını bulurlar, durumlarını hayra tebdil ederler. Bu hâli Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle ifade eder: “Müminin durumu ne ilginçtir! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum yalnız mümine hastır. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı gelecek olursa ona da sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd ve Rekâik, 64.) Elbette böylece imtihan külfetten çıkar, nimet olur. Zahmet iken rahmete dönüşür.
İnsan en çok da birbirinde sınanır. Engelliler ise günlük yaşamlarında çeşitli zorluklarla karşılaşırlar ve birçok insanla sınanırlar. Önlerine çıkartılan engelleri aşmaya çalışırken sabır onlarda âdeta tecessüm eder, meleke hâline gelir. Bir engelli, günlük yaşamında nelerle sınanmaz ve nelere sabretmez ki…
Eğitim almak ister, okul türlü sebeplerle onu kabul etmediğinde eğitim hakkının gasp edilmesine sabreder. İş başvurusunda bulunduğunda ve gerekli donanımı olmasına rağmen işe alınmadığında istihdam edilme hakkından mahrum edilmesine sabreder. Otobüse binmek istediğinde engelli rampası indirilmeyip araca alınmadığında, seyahat hakkının engellemesine sabreder. Kısacası tüm engellere rağmen onlar, sabırla yeryüzünde var olma mücadelesi verirler. Şüphesiz ki “Sabredenlere mükâfatları hesapsız bir şekilde ödenir.” (Zümer, 39/10.) Peki nasıl aşılır bu zorluklar? İncitmeden ve incinmeden hep birlikte yaşamak mümkün müdür? Elbette toplum zihnindeki engelleri aştığında, birbirindeki güzelliği keşfettiğinde, farklılığı zenginlik kabul ettiğinde, hayatı sadece kendisi değil bir başkası için de kolaylaştırdığında, dünya herkes için yaşanılır bir yer olacaktır.
Zorlaştırmayalım, kolaylaştıralım
Aynı yeryüzünü paylaştığımız engelliler de “Allah, yerde olanların hepsini sizin için yarattı.” (Bakara, 2/29.) ayetinde buyrulduğu üzere tüm bu nimetlerden ve imkânlardan yararlanma hakkına sahiptir. Kimsenin onları en temel insani haklardan mahrum etme salahiyeti yoktur. Aksine engelliler için kolaylaştırıcı tedbirlerin alınması insani, hukuki ve dinî bir görevdir.
Peygamber Efendimizin “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın müjdeleyin, nefret ettirmeyin!” (Buhari İlim, 11.) sözünü hayat düsturu edinerek, engellilerin yaşamlarını kolaylaştırıcı hizmetlere ağırlık verilmelidir. Aileden başlayarak okullarda ve toplumda engellilere dair farkındalık eğitimleri yapılmalıdır. Topluma aktif katılımlarını sağlamak için önleri açılmalı, onlara fırsatlar tanınmalıdır.
Her konuda olduğu gibi engellilere yaklaşım tarzımızda da Rahmet Elçisi’nin (s.a.s.) rehberliğinde yol alınmalıdır. Allah Resulü’nün, engellilere bakışı, toplumun saygın bir ferdi, kendilerine ihtiyaç duyulan onurlu bir şahsiyet oldukları yönündedir. Onlara yaklaşımı sevgi, şefkat, merhamet ve ihsan ekseninde olmuştur. Engellilere yardımcı olmanın sadaka olduğunu ifade etmiş, (İbn Hanbel, V, 168, 169.) yanlış yönlendirenleri, zorluk çıkaranları ise lanetli kimseler olarak nitelendirmiştir. (İbn Hanbel, IV, 327.) Engellileri sosyal hayattan tecrit etmemiş, liyakatlerine göre; vali, müezzin, imam, sancaktar, hazinedar, diplomatik kâtip, ordu komutanı gibi itibarlı görevlerde istihdam etmiştir. Gücü yeten engelli bireylere namaz kılmak üzere camiye gelmeleri gerektiğini söylemiş, böylece onların toplumla bütünleşmelerini sağlamıştır. (İbn Hanbel, III, 423.) Dolayısıyla tüm insanlar gibi yeryüzünün en kıymetli varlığı olan engelliler, insan onuruyla bağdaşır bir şekilde muhatap alınmalı, en temel insan haklarından istifade edebilmeleri için önlerindeki engeller kaldırılmalıdır.