KORUNMASI GEREKEN BİR EMANET: AHDE VEFA
Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem
Sana yeminle bağlılık sözü verenler gerçekte bu sözü Allah’a vermiş oluyorlar, Allah’ın eli onların elleri üzerindedir. Bu sebeple kim Allah’a verdiği ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur, Allah’a verdiği sözün gereğini yerine getirene ise Allah yakında büyük ödül verecektir.” (Fetih, 48/10)
Fetih suresi, Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ashabının Mekke’den Medine’ye dönüş yolculuğunda nazil olmuştur. İlk ayetinde inananlara açık bir fethi müjdeler. Bazı müfessirlere göre bu müjde Mekke’nin fethidir (Zemahşerî, Keşşâf, 1024). Bazılarına göre ise ayet Müslümanlarla müşrikler arasında yapılan Hudeybiye Antlaşması’nın olumlu sonuçlarına işaret etmektedir (Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, V, 393). Surenin inişine sebep olan olaylar, Hz. Peygamber’in umre ziyareti için Müslümanlarla birlikte Medine’den çıkarak Mekke’ye gidişiyle başlar. Peygamberimiz hicretten sonra bir daha görmediği Mekke şehrini özlemiş ve umre niyetiyle ihrama girerek yola çıkmıştı. Bu ziyaret, müşrikler tarafından olumsuz karşılanmış, yanında yolcu kılıcı dışında hiçbir silahı olmayan topluluk Mekke’ye alınmamıştı. Allah Resulü, savaş niyetiyle gelmediklerini dile getirmek üzere Hz. Osman’ı (r.a.) elçi olarak göndermiş, onun uzun süre dönmemesi ve öldürülmüş olma ihtimali üzerine de ashabından gerekirse kanlarının son damlasına kadar müşriklerle mücadele edeceklerine dair söz almıştı. Tarihe “Rıdvan Biatı” olarak geçen bu sözleşmeden sonra müşrikler geri adım atmak zorunda kalmışlar, en olumlu maddesi “Müslümanların bir sonraki yıl umreye gelmeleri” olmak üzere pek çoğu olumsuz madde içeren Hudeybiye Antlaşması imzalanmıştı.
Yüce Allah (c.c.), Fetih suresinin 10. ayetinde Rıdvan Biatı’nda inananların Peygamber’e verdiği sözün aslında Allah’a verilmiş olduğunu hatırlatmaktadır. Bu, Peygamber’e itaatin Allah’a itaat sayılması gibi bir durumdur (Sâbûnî, Safvetü’t-tefâsîr, VI, 116). Kur’an’ı Kerim’de vefa kelimesinin türevleri farklı formlarda altmış altı defa geçer. Vefa köküne en yakın anlamdaki evfâ kelimesi, emir kalıbıyla ve ahid, akid, nezir gibi kelimelerle birlikte kullanılmıştır. Kur’an’a göre ahde vefa, iman ederek Allah’la sözleşmiş ve iradesiyle kendini sadakat sorumluluğu altına sokmuş olan müminin ahlaki bir borcudur. Her Müslüman, vefanın Allah’a ve kula karşı bir sorumluluk olduğunun bilincinde olmalıdır. İman, ezelde Allah’a karşı verilmiş söze vefa göstermektir. Allah, kullarından bir ahit almış ve ona bağlı kalanları diğerlerinden ayırmak için dünya hayatını var etmiştir. Verdikleri sözlere riayet etmeyenleri de kendilerinden sonra gelenlere ibret olmaları yönünden Kur’an’da açıklamıştır. Yahudiler, hem kendi geçmişlerinde hem de bir peygamber beklentisi içinde oldukları dönemde Hz. Peygamber’in Allah tarafından gönderildiğini inkâr etmeleriyle vefasızlıklarını açıkça ortaya koymuşlardır. Bu durum, Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Ne zaman onlar bir söz verdilerse yine kendilerinden bir grup onu bozup bir kenara atmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmezler. Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı (Tevrat) tasdik edici bir elçi gelince ehl-i kitabın bir kısmı, Allah’ın kitabını sanki bilmiyorlarmış gibi arkalarına atıp terk ettiler.” (Bakara, 2/100-101)
İslam’la şereflenmiş bütün kullar gibi Müslümanlar da gerek elest bezminde gerek kelime-i şehadet getirerek Allah’a (c.c.) kulluk sözü vermişlerdir. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şahsına yönelik verilmiş sözler de vardır ve Allah bunların tutulması konusunda inananları uyarmıştır: “Allah’ın üzerinizdeki nimetini, sizden aldığı sağlam ahdini hatırlayın; o zaman, ‘İşittik ve itaat ettik.’ demiştiniz. Allah’tan korkun; şüphesiz Allah kalplerin içindekini bilmektedir (Mâide, 5/7). Müfessirler, ayetin bağlamını göz önünde bulundurarak bu ayette anılanın “Müminlerin, Hz. Peygamber’e iman ederken veya Akabe ve Hudeybiye’de biat ederken Allah ve Resulüne verdikleri söz” olduğunu dile getirmişlerdir (Kur’an Yolu, DİB, II, 227-228). Peygamber’e baş eğip tâbi olanlar övülmüş, sözünden dönenlerse yerilmiştir.
Sevgili Peygamberimiz, her alanda olduğu gibi vefa konusunda da inananlara rehberlik etmiş, “Allah’ım! Gücüm yettiği kadar ahdine ve vaadine sadakat gösteriyorum.” (Buhârî, Daʿavât, 16) duasıyla bu konudaki farkındalığını ortaya koymuştur. Onun hayatında Rabbine karşı sadakatinin yanı sıra insanlarla olan ilişkilerinde de samimiyet ve vefa ön plandaydı. Bir yetimken kendisini bakıp büyüten yengesi vefat ettiğinde “Annem öldü!” diyerek üzüntüsünü dile getirmiş, “O benim annemdi. Çocukları açken önce benim karnımı doyurur, çocuklarının üstü başı dağınıkken önce benim saçımı tarar ve gülyağı sürerdi.” diyerek yaptığı iyilikleri unutmadığını göstermiştir (Ömer Çelik vd., Üsve-i Hasene, 336).
Enes b. Malik (r.a.), Allah Resulünün her hutbede "Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur.” (İbn Hanbel, Müsned, III, 134) buyurduğunu nakletmektedir. İman bir renk olsaydı beyaz olurdu. Çünkü beyaz kendine bulaşan her rengi hemen gösterir, bulanıklaşır, saf ve temiz hâlini kaybeder. İman da kendisine karışan yanlış uygulamalarla gerçek olmaktan çıkar, sahibine fayda vermez. Konuştuğu zaman yalan söyleyen, verdiği sözü tutmayan ve emanet korumayan kimse münafıklıktan bir alamet üzerine bulunuyor demektir, bu yönünü hemen tamir etmeye çalışmalıdır.
Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi