EYYÜB SABRI
Dr. Abdülkadir Erkut
Hz. Eyyüb mal mülk sahibi, varlıklı, ailesi ve çocukları ile birlikte sağlık sıhhat içinde hayatını sürdürmektedir. Zamanla o, önce sahibi olduğu malları, sonra çocuklarını sonra da sağlığını kaybetmekle imtihan edilir. Karşılaştığı zorluklara karşı gösterdiği tavır, sabırlı bir insan örneği olarak tarihe geçmesini sağlar. Müfessirler Hz Eyyüb’ün başına gelenlerle ilgili güvenilir olmayan pek çok rivayet nakletmişlerdir. (Kasımi, Mehasinü’t-Tevil, VII, 214.) Ancak Kur’an onun durumunu mücmel olarak ifade etmiştir. İlgili ayetler, onun başına gelenleri nasıl anlamlandırdığına dair mesajlar içermektedir. Bunlardan birinde Allah’a teslimiyetinin, hastalık ve musibetlere sabrının ifadesi olarak dilinden şu dua dökülmüştür: “Şüphesiz ki ben derde uğradım. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiya, 21/83.)
Hz. Eyyüb’ün başına büyük dertlerin geldiği anlaşılmaktadır. Ayette geçen dert kelimesi (ed-durr), vücuduna, ailesine ve malına gelebilecek bütün musibetleri kapsayacak şekilde genellik ifade etmektedir. (Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit, VIII, 193.) Hz Eyyüb’ün duasının yer aldığı şu ayet, onun başına gelen derde farklı bir boyut daha kazandırmaktadır: “Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu.” (Sad, 38/41.) Müfessirler bu ayette yer alan şeytanın rolü ile ilgili onlarca görüş zikretmişlerdir. Bu görüşlerden bir kısmı peygamber için düşünülmesi uygun olmayan görüşlerdir. Ancak söz konusu cümle “Şeytan yorgunluk ve azap sebebiyle bana dokundu.” şeklinde de anlaşılmaya müsaittir. (İbn Aşur, et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXIII, 270.) Nitekim Kur’an’da şeytanın insan üzerinde bir gücünün olmadığı, onun rolünün sadece vesvese vermekten ibaret olduğu ifade edilmektedir. (İbrahim, 14/22; Nahl, 16/99.) Bu yoruma göre şeytan, ona, sahibi olduğu nimetleri kaybettiğini hatırlatmaktadır. Başına gelenleri gözünde büyütmekte, böyle bir azabı hak etmediğini söylemektedir. Onu hoşnutsuzluğa ve şikâyetçi olmaya teşvik etmekte, Allah hakkında su-i zanna veya öfkeye düşürmek istemektedir. Anlaşılan o ki Hz. Eyyüb, başına gelenlerden duyduğu acı ve ıstırap bir tarafa, şeytanın aklına düşürdüğü şüphe ve vesveselerle de mücadele içindedir.
Eyyüb peygamber bir taraftan maddi ve manevi zorluklarla mücadelesini sabırla sürdürürken diğer taraftan da dua ile Allah’a yönelmeyi terk etmemiştir. Duasında “Başıma bu dert geldi.” diyerek İlahi rahmeti celp edecek şekilde durumunu zikretmiş, son derece nezaketli bir üslupla halini arz etmekle yetinmiştir. Talebini açıkça belirtmesi caiz ise de o talebini belirtmemiştir. Onun bu duasında bir şikâyet, bir serzeniş söz konusu değildir. Çünkü Allah Teâlâ onu “sabırlı bir kul” olarak nitelemiştir. (Sa’d 38/44.) Onun bu sözlerinin şikâyet değil dua olduğunun delili, sonrasındaki ayette “Bunun üzerine biz onun duasını kabul ettik.” denmesidir. Çünkü icabet şikâyetten sonra gelmez, duadan sonra gelir. Bazı âlimler ise Eyyüb’ün bu duasında Allah’a şikâyet ettiğini ifade etmişlerdir. Ancak bu, Allah’tan şikâyet anlamına gelmemektedir. Zira Allah’tan şikâyet kulu O’ndan uzaklaştırırken Allah’a şikâyet kulu O’na yaklaştırır.
Hz. Eyyüb “Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” niyazıyla Rabbini, rahmetini gerektirecek şekilde niteleyerek isteğine işaret etmiştir. Zira Allah onun hâlini bilmektedir. Rahmetini zikretmiş olması, onun Allah’a talebini bildirmesi demektir. Dertlerin devası “merhametlilerin en merhametlisi” olan Allah’tandır. Çünkü âlemde O’nun merhametine yaklaşacak başka bir varlık yoktur. Allah’ın merhameti karşısında insanların merhameti denizden bir katre gibidir. Bu yüzden “Merhametlilerin en merhametlisi” ifadesi bir mukayese değil, Allah’ın merhametinin, merhametin en yüce derecesinde olması anlamına gelmektedir. Diğer taraftan Allah kulun kalbinde merhameti irade etme imkânını var edendir. Başkasına merhamet eden kişi bunu ancak Allah’ın yardımı ile yapar. Çünkü bir başkasının ihtiyacını gideren veya onun başından bir belayı def eden kişi, Allah ihtiyacı karşılayacak maddeyi veya belayı defedecek gücü yaratmasaydı merhamet etmeye asla muktedir olamazdı. Allah bu davranışı rahatlama sebebi yapmasaydı ona muhatap olan da bundan bir fayda göremezdi. O hâlde kulların merhametinden önce de kulların merhametinden sonra da Allah’ın merhameti vardır. Ayrıca başkasına merhamet eden herkes ya dünyada övgü ya ahirette sevap ister ya da içinde hissettiği rikkati gidermek için merhamet eder. Dolayısıyla göstermiş olduğu merhametle, kendisine bir faydanın erişmesi söz konusudur. Ancak O’nun (cc), kullarına merhameti ile bir fayda elde etmesi söz konusu değildir. Ve bu merhamet O’nun kemal sıfatlarında fazlalık da noksanlık da meydana getirmemektedir. (Razi, Mefatihu’l-Ğayb, XXII, 175.) İşte bu hakikatlerden dolayı Hz. Eyyüb “merhametlilerin en merhametlisi” olan Rabbine sığınmış, O da Eyyüb’ün duasını kabul ederek merhametini göstermiştir. (Enbiya, 21/84.)
Kur’an’da insanın sabırsızlık, acelecilik, tahammülsüzlük, yılgınlık ve sızlanma gibi olumsuz özelliklere sahip olduğu belirtilmektedir. (Mearic, 70/19-20.) Ancak Hz. Eyyüb bu tür insani zaaflardan uzak bir tavır sergilemiş, hastalık ve musibetlere sabır ve dua ile karşı koymuştur. O hâlde müminlere düşen, zamanının en faziletlisi olan bir peygamberin başına ne kadar büyük dertlerin geldiğini düşünmek, başına gelenlerin Allah’ın kulunu hakir görmesinden kaynaklanmadığını bilmektir. Konunun diğer boyutu da hastalık ve musibetin insanı itikadi açıdan bir çıkmaza sürükleyebileceğidir. Hz. Eyyüb’ün duası, konunun önemine işaret etmekte; sağlık ve sıhhati kaybetmekten daha büyük musibetin, inancını kaybetmek olduğuna işaret etmektedir. İnsan hastalık ve musibetle karşı karşıya olduğunda “Niçin ben?” diye sorarken, sağlık ve nimet içinde yaşarken kendisine bu soruyu sormaz. O hâlde doğru olan, hastalık ve musibet zamanında da böyle cevapsız bir sorunun peşinde koşmamaktır. Hz. Eyyüb gibi sağlığı verenin de hastalığı verenin de O olduğunun bilinci içinde olmak; O’nun, zorlukların arkasına gizlediği kolaylıkları, musibetlerin arkasına gizlediği nimetleri düşünmektir. “Allah, hüküm verenlerin en üstünü değil midir? (Tin, 95/8.)